Sual: Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı?
CEVAP
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdahene, yani gevşeklik sığmaz. Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap eder.
Resulullahı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle yerleşirse, İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habibine ikram ettiği sonsuz ve tarife sığmaz nimetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müslümanı doğrudan doğruya Resulullahın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu bereketlerin senetleridir.
Bu dünya nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşfler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfir olarak ölenlerin işleri, dünyada da, ahirette de boşa gider.) [Bekara 217]
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi ki, bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
(Kâfirlerin [iyi] işleri, engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır. Ama, yanına varınca, umduğunu bulamaz. [Kâfir de, kıyamette, iyiliklerini serap gibi yapan, yani yok eden] Allah’ı bulur ve Allah da onun hesabını eksiksiz görür.) [Nur 39]
(Rablerini inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri, fırtınalı bir günde, rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]
(Kâfirlerin [beğenerek] yaptığı bütün işler, kıyamette boşa gider.) [Tevbe 17]
(İmansızın ameli boşa gider, ahirette de ziyana uğrar.) [Maide 5]
(Kâfirlere ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 16]
(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]
(Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103-104]
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huyları ile yanındakilere ve keşf ettiği aletler ile, bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp Müslüman olmadıkça ebedi saadete kavuşamaz.
İşte âyet-i kerime mealleri:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85]
(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed, 33]
(Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth 17]
(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan Müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur’an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için, önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
İman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için gönderdi.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]
Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce biraz uyumak âdet-i şerifesi idi.
Mesela Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emir-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır” deyince, Emir-ül-müminin; “Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu” buyurdu.
İslamiyet’ten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır. Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran suresi, otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız ve Allah’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allah bana tâbi olanları sever” buyuruyor.
İslamiyet’e uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbette muhakkak böyledir” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan, hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve Onun Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan, Ehl-i sünnet âlimleridir.
Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’tir (radıyallahü teâlâ anh).
Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife gibi bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa dönmezdi.”
Muhammed aleyhisselama tâbi olmak, ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.
Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu derecededir. Bunların nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilayet-i hassa” dediği makamda ele geçer. Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri iman etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak çok zordur. Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan, lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen kemalatına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbua o kadar benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah efendimiz gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.
Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır.
Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya çalışınız! Bu devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir fen yobazını, yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle gösteriş yapmayan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın, Onu sevmenin, felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz!
Sual: İnsanı sonsuz felaketten, Cehenneme gitmekten kurtaracak olan şey nedir?
CEVAP
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tabi olmaya bağlıdır. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ve gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tabi olan, Allahü teâlâya sadık bir kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan 124 binden fazla Peygamberin en büyükleri, Ona tabi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam, Onun zamanında bulunsaydı, O büyüklüğü ile beraber, Ona tabi olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan Müslümanlar, Ona tabi oldukları için bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Sual: Peygamber efendimize uymanın, tâbi olmanın da belli dereceleri var mıdır, yoksa her Müslümanın tâbi olması aynı mıdır?
CEVAP
Peygamber efendimize uymak, tâbi olmak, her Müslümanda aynı değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullah efendimize tâbi olmanın yedi derecesini şöyle bildirmişlerdir:
Birincisi, İslamiyet’in bildirdiklerine inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların, âlimlerin, zahidlerin ve âbidlerin tâbi olması bu derecededir. Bunların nefisleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ merhamet ederek yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber Resulullah efendimizin bütün sözlerini, âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hâllere ve kalbine doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun Vilayet-i hassa dediği makamda ele geçer. Burada, nefis de iman ve itaat eder. Bütün ibadetler hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, Ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bütün Peygamberlerin Eshabı böyle idi. Hepsinin nefisleri iman etmiştir. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bidatlerden kaçanlara nasip olur.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemâlâta, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak Allahü teâlâdan lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyet ve maşukıyet kemâlâtına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi olan, tâbi olunana o kadar benzer ki, tâbi olmak aradan kalkar. Bunlar da sanki Resulullah efendimiz gibi aynı kaynaktan her şeyi alır.
Sual: Bir kimsenin, dünyada ve ahirette saadete kavuşması, rahat ve mesut olması ne ile mümkün olur?
CEVAP
İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tabi olmaya bağlıdır. Ona tabi olmak için, iman etmek, İslâmiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır. Kalpte doğru imanın bulunmasına alamet, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü İslâm ile küfür, birbirinin zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey, bir arada bulunamaz. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini kötülemek olur. Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselama, çok merhametli olan Peygamberine, İslâm düşmanları ile muharebe etmeyi ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. İslâm düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azimdendir. İslâmiyetin izzeti ve şerefi, küfrün, kâfirlerin hakir ve zelil olmasındadır. Kâfirlere izzet veren, hürmet eden, Müslümanları tahkir etmiş, alçaltmış olur. Hak teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde kâfirlere kıymet verenlerin ve küfre tabi olanların aldandıklarını ve pişman olacaklarını beyan buyurarak;
(Ey benim sevgili Peygamberime inananlar! Eğer, kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resulümün yolundan ayrılırsanız, kendilerine Müslüman süsü veren din düşmanlarının, yani zındıkların uydurma ve yaldızlı sözlerine kapılarak, imanınızı çaldırırsanız, dünyada ve ahirette ziyan edersiniz) mealindeki 149. âyet-i kerimeyi gönderdi.
Allahü teâlâ, inkâr edenlerin, kendisinin ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der, namaz kılar ve her ibadeti yapar. Halbuki bu kimse, bilmez ki, böyle çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürmektedir.
Sual: Peygambere ve bildirdiklerine inanmayan, gösterdiği yoldan gitmeyen bir kimse, çok iyilik de yapsa, bu yaptığı iyiliklerin faydasını, ahirette göremez mi?
CEVAP
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tabi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün hayırlar, iyilikler, bütün keşifler, bütün hâller ve bütün ilimler Resûlullah Efendimizin yolunda bulunmak şartı ile ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Nitekim, dünyadaki faydalı ve hayırlı işlerden cenâb-ı Hakkın, en çok beğendiği, cami yapmaktır. Cami yapmanın, çok sevap olduğunu bildiren hadîs-i şerifler vardır. Böyle olmakla beraber, Tevbe suresinin 18. âyetinde mealen;
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların cami yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyamette kendilerine yaramayacak ve Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkları için, Cehenneme girip, çok acı azaplarda sonsuz olarak cezalandırılacaklardır) buyuruldu.
Âl-i îmrân suresinin 85. âyetinde mealen;
(Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslâm dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabul etmez. Din-i islâma arka çeviren, ahirette ziyan edecek, Cehenneme girecektir) buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse, ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse, güzel huyları ile yanındakilere ve keşfettiği aletlerle, bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkça sonsuz saadete kavuşamaz.