Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, edilen duayı üç şekilde kabul eder:
1- Hemen, yani peşin kabul eder.
2- Kabul eder; ama hemen vermez, yani veresiye kabul eder. Biz istediğimiz kadar yalvaralım, gözyaşı dökelim, Allah diyelim… Peki, ne zaman verir? Ölürken verir, kabirde verir, mahşerde verir, mizanda verir, sırat köprüsünde verir, en son Cennette verir. Yani mutlaka verir.
3- Ne dünyada verir, ne de ahirette. Peki, ama Allahü teâlâ, ben duaları kabul ederim buyuruyor. Evet, kabul ediyor; ama o istenileni vermiyor, onun yerine başka şey veriyor. Belki de istediğimizden daha kıymetlisini veriyor. Ne kadar derdimiz, hastalığımız, başımıza gelecek bela varsa, o duaya karşılık olarak hepsini alıyor.
Her şeyin bir yasası vardır. Tasavvufun anayasası da, vermektir. Yani seninki senindir, benimki de senindir.
Müminler Allahü teâlânın rızası için bir araya geldiklerinde, hiç konuşmasalar bile feyz, bileşik kaplardaki gibi, kalbden kalbe akar. Hele bir de, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin ismi zikredilirse, bu meclislere feyz, oluk oluk akar.
Bir Müslüman, sırf Allahü teâlânın rızası için bir başka Müslüman kardeşini ziyaret ederse, kendisine yüz bin nafile hac sevabı verilir. Müminin yüzüne sevgiyle bakanın, günahları dökülür.
Cebrail aleyhisselam, 2 rekât namaz kılmış, bu 2 rekât namazı kılması tam 4 bin ahiret senesi sürmüş. Sonra, (Yâ Rabbi, kâinat yaratıldığından beri acaba böyle namaz kılan başka bir kulun var mı?) demiş. Allahü teâlâ buyurmuş ki:
— Ahir zamanda gelecek olan ümmet-i Muhammed’den, Habibimin ümmetinden bir kulum, 2 rekât namaz kılacak, hatayla, kazayla, her türlü düşüncelerle ve kaç rekât kıldığını bilmeyerek kılacak. Onların birkaç dakikada kıldığı 2 rekât namaz, senin 4000 senede kıldığın namazdan daha makbul olacak.
— Yâ Rabbi, neden onların namazları bu kadar kıymetli olacak?
— Çünkü onlar, düşmanımı yıkarak huzuruma gelecekler. Sende düşman yok ki! Dünya sevgisinden uzaklaşacaklar, nefislerinin şerrinden kurtulmaya çalışacaklar, şeytanın vesvesesine aldanmayıp, Allahü ekber diyecekler…
İmanla ölmek marifettir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Unutmamak lazım ki, insanoğlu düşmanını hep dışarıda arıyor, hâlbuki düşman onun içinde, nefsi en büyük düşman, neye düşman, imana düşman.
Yılan soksa, akrep soksa ölürüz. Zaten ölmeyecek miyiz; ama imanımız giderse sonsuz olarak ölürüz. Zaten öleceğiz; ama imanla ölmek marifettir. İmanla ölmenin, imanı korumanın yolu nedir? İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(İmanı korumanın tek yolu vardır, o da birbirimizi sevmektir.)
Hazret-i Ebu Hüreyre anlatır:
Bir gün Cenâb-ı Peygamber otururken birdenbire tebessüm etti, öyle ki, bütün mübarek dişleri göründü. Ya Resulallah, hayırdır inşallah dedim. Buyurdu ki:
(Şimdi Rabbimin huzurunda iki kişi var, biri hakkından vazgeçmiyor; (Ya Rabbi bundan hakkımı al),
öteki de, diyor ki (Ya Rabbi alacaklara vere vere bitti, bir şey kalmadı, hiç sevabım yok)
diyor. Öteki de, (Ya Rabbi o halde
buna günahlarımı ver, yüklensin!)
diyor. Cenâb-ı Hak (Sağ tarafına bak!) buyuruyor. Bakıyor ki, muazzam bir köşk. (Bu kardeşine hakkını helal edersen, içindekilerle beraber sana veririm.) Adam diyor ki: (Hakkımı helal ettim ya Rabbi, vallahi ettim, billahi ettim, ver ya Rabbi!)
Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber,
(Din kardeşlerinizin arasını bulun!
Bak Allahü teâlâ da buldu) buyuruyor. Nasıl buldu, vererek buldu. En büyük günah, iki Müslümanın arasını açmaktır.
Fitneyi önlemek, fitneye mani olmak şiarımız olmalıdır; çünkü fitne çok büyük günahtır. Her yerde her zaman fitne çıkarmamaya azami gayret göstermeliyiz. Mübarek büyük zatlara tam uyup fitne çıkarmayan, sıkıntı görmez. Kendisinden bir şey eklemeyene, tamamen büyük zatlara uyana sıkıntı yoktur! Bir şey eklenirse, o saat her şey biter.
Din kardeşimizle barışık olmalıyız; ama kendimizle, nefsimizle barışık olmamalıyız. İnsana en büyük zararı nefsi yapar, insanın kendine yaptığı zararı hiçbir düşmanı yapamaz. Onun için din kardeşlerimizle beraber olmaya, onlarla beraber sevmeye, sevilmeye çalışalım. Kurtuluşumuza ancak bu bağlılığımız, sevgimiz, muhabbetimiz sebep olacaktır.
Ahirette iki mümin şahit olsa, ya Rabbi bu Müslümandır deseler, hatta kabirde, Arasat meydanında şahit misin deseler, şahidiz ya Rabbi dediler mi, tamam. Onun için, iyi geçinmek, iyi arkadaşlar edinmek, bu dinin temelidir.
İstiğfarın önemi
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İstiğfar etmek çok kıymetlidir. Beladan, kazadan muhafaza eder. Vasıtaya binince, mutlaka üç kere istiğfar duası ile
(Bismillahillezi…) diye başlayan duayı okumalıdır. Manası, ya Rabbi, yerde ve gökte sana sığınırım demektir. Bunları okuyunca, yerde ve gökte kazadan beladan korunulur.
Âyetel kürsiyi okumak da iyidir. Ayrıca Hud suresinin 41. âyet-i kerimesini okuyanın da kazadan emin olacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Kur’an-ı kerim öyle bir kitab-ı ilahidir ki, onun her harfinde yüz bin derde, yüz bin şifa vardır. İlaçların bir kısmının etkisi kesindir, bir kısmınınki ise zannidir. Yani bir kısmı mutlak şifadır, bir kısmı ise, şifa olabilir de, olmayabilir de. Kur’an-ı kerim ise, kesin şifadır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O Kur’an, iman edenler için bir hidayet ve şifadır.) [Fussilet 44]
Bir Fatiha üç İhlâs
Bir yaşlı teyze, 12 imamdan birisine gelir, (Ya imam, kızımı çok özledim, öleli çok oldu, rüyamda göremiyorum, himmet etseniz de görsem) der ve o gece kızını rüyasında çok feci bir şekilde azap içinde görür.
Kızı, kendisiyle birlikte orada bulunan 570 kişinin de çok acı azap çektiğini söyler.
Ertesi gün yaşlı teyze olanları imama anlatıyor, keşke görmez olaydım der.
Aynı gece hazret-i imam, rüyasında o yaşlı kadının kızını Cennetlik olarak görür. Şaşkın halde bakarken kız, der ki, bugün buradan geçen salih bir kişi bütün mezardakilerin ruhlarına bir Fatiha, üç İhlâs okudu. Allahü teâlâ hepimizi affetti.
Ancak sıra geldi
Mübarek bir zat da talebelerine ders verirken, kitap bitmeden vefat eder. Talebeler başka bir hoca ararlar. Bir hoca bulurlar, dersimize devam ettirir misiniz diye sorarlar. Hoca efendi, hayır der, kendi hocanızdan devam edin!
Talebeler, hocamız vefat etti deyince, hoca efendi der ki; (Onlar ölmez. Hocanızın kabrine gidin, derse devam edin! Eğer hocanız gelmezse, biz geldik deyin! Gelene kadar böyle yapın!)
Talebeler kitabı ellerine alıp kabre giderler, hocam biz geldik derler. Ne gelen var, ne giden. Ertesi gün yine giderler. Yine gelen, giden yok. Üçüncü gün yine hiç kimse yok. Dördüncü gün, hocam biz geldik deyince, mübarek zat kabirden kalkar. Kitap nerde, kaldığımız yerden devam edelim der.
Talebelerinden bir tanesi; (Hocam madem gelecektiniz, niye dört gün bizi beklettiniz?) diye sorar. Hocaları der ki, (Dört gün mü geçti? Buradan bir Müslüman geçiyordu, bir Fatiha, üç İhlâs okudu, bütün ruhlara gönderdi, o kadar çok sevab dağıtıldı ki, bana ancak sıra geldi.)