Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Merak Edilen Konular  >  Veli, Keramet ve Vesile  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
Veli, Keramet ve Vesile

Sual: Veli, keramet, mürşid ne demektir?
CEVAP
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabının çeşitli mektuplarından alarak aşağıda bildirelim:

Keramet haktır. Keramet, şirkten kaçıp kurtulmak, marifete kavuşmak, kendini yok bilmektir. Keramet ile istidracı birbiri ile karıştırmamalıdır. Keramet ve keşf sahibi olmak istemek, Allah’tan başkasını sevmek demektir. Keramet, kurb ve marifet demektir. Kerametin çok olması, tasavvuf yolunda yükselirken pek ileri gitmek ve inerken, inişi az olmaktandır. Keramet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn ihsan olunmuş Velinin keramete ihtiyacı yoktur. Kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yoktur. Evliyanın keşfinde hata olabilir. Keşfin yeri kalbdir. Sahih olan keşfler, hayal değildir. İlham ile kalbde hasıl olur. Hayal karışmış olan keşflere güvenilmez. Evliyanın keşfi, İslamiyet’e uygun olursa, ona güvenilir. Böyle değilse güvenilmez. Evliyanın keşfleri, ilhamları, başkaları için hüccet, senet olamaz. Fakat müctehidin sözü, onun mezhebinde olanlar için hüccettir.

Keşf ve keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. Keşfler, tecelliler, tasavvuf yolunun yolcularında hasıl olur. O yolun sonunda olanlar, hayrette ve ibadettedirler. Evliyanın önüne, boynu bükük gelmelidir ki, fayda elde edilebilsin. Evliyanın elbisesini edep ve saygı ile giyince, çok fayda hasıl olabilir. Allahü teâlâ, Evliyasını büyük günah işlemekten korur. Evliyadan birkaçı, uzak yerlerde görülmüştür. Bu görünüş, ruhlarının, kendi bedenlerinin şeklinde görünmesidir. Evliya, küçük günahtan korunmuş değildirler. Fakat, hemen gafletten uyandırılıp tevbe eder ve iyi işler yaparak, af dilerler. Evliya, insanları hem İslamiyet’in açık emirlerine, hem de ince, gizli bilgilerine çağırırlar. Evliyanın bir kısmı, sebepler âlemine inmemiştir. Bunların Peygamberlik üstünlüklerinden haberleri yoktur. İnsanlara faydalı olmazlar. Feyz veremezler. Evliyanın çoğunda, vilayetin üstünlükleri vardır. Kutblar, evtad ve ebdal böyledir. Bunların gençleri yetiştirebilmeleri, Ali “radıyallahü teâlâ anh”ın yardımı ile olur.

Velilerin yükseklikleri arasındaki farklar, Allahü teâlânın bunları sevmesinin derecesine göredir. Evliyalık, zıllere, gölgelere kavuşmak demektir. Sevgileri ve zevkleri hep zılleredir. Evliyalık, Peygamberliğin zıllidir, gölgesidir. Evliyalığı abdest gibi, nübüvveti namaz gibi bilmelidir. Evliyalık, kötü huylardan kurtulmak demektir. Evliyanın, kendinin Veli olduğunu bilmesi lazım değildir. Evliyalık verilip de, Veli olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz. Veli olmak için, dünya ve ahiret sevgisini gönülden çıkarmak lazımdır. Peygamberlik üstünlüklerinde, ahirete düşkün olmak iyidir. İnsanda, ruh âleminden gelmiş olan on latife, on kuvvet vardır. Evliyalık ve Peygamberlik üstünlükleri, bu on latifede olur. Evliyalık, fena ve beka demektir. Yani, kalbi dünyaya düşkün olmaktan kurtarıp, Allahü teâlâya düşkün olmaktır. Evliyalık, akıl ile ve düşünmekle anlaşılamaz. Evliyalık, Allahü teâlâya yakınlık demektir. Mahlukları düşünmeyi gönülden çıkaranlara ihsan edilir. Mahlukların düşüncesini gönülden çıkarmaya (Fena) denir.

Evliyalığın bütün üstünlükleri, İslamiyet’e uymakla hasıl olur. Peygamberliğin üstünlükleri ise, İslamiyet’in görünmeyen, herkesin bilemediği inceliklerine de uyanlara verilir. Peygamberliğin üstünlükleri demek, Peygamberlik demek değildir. Evliyalık derecelerinin hepsini geçip, sonuna varanların keşfleri ve ilham olunan bilgilerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin Nasslardan, yani Kitap ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilere tam uygun olur. Evliyalıkta ilerlemenin yarısı yükselmek, yarısı da inmektir. Çok kimse, yalnız yükselmeyi evliyalık sanmış, inişe de, Peygamberlik üstünlükleri demişlerdir. Halbuki, bu iniş de, yükseliş gibi, evliyalıktır. Evliyalıkta cezbe ve süluk vardır. Bu ikisi, evliyalığın iki temel direğidir. Peygamberlik üstünlükleri için, bu ikisi lazım değildir. Evliyalık derecelerinin sonu, kulluk makamıdır. Kulluk makamının üstünde, hiçbir makam yoktur. Veliler Hakka doğrudurlar. Peygamberlikte, hem Hakka, hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. Evliyanın nefsleri mutmainne olmuş ise de, bedendeki maddelerin ihtiyaç ve istekleri vardır.

Evliyalık, beş derecedir. Herbiri, beş latifeden birinin yükselmesidir. Herbiri, Ulül’azm Peygamberlerden birinin yoludur. Birinci derecesi Âdem aleyhisselamın yoludur. Evliyalığı birinci derecede olan bir Peygamberin evliyalığı, beşinci derecede olan bir Velinin evliyalığından daha kıymetlidir. Evliyalığın (Vilayet-i hassa) denilen en yüksek derecesine kavuşabilmek için, nefsin fani olması lazımdır. (Ölmeden önce ölünüz!) emri, bu faniliği göstermektedir.

Evliyalık, ya hassa [hususi] olur veya umumi olur. Vilayet-i hassa, Muhammed aleyhisselamın evliyalığıdır. Onun ümmetinden, ona tam tâbi olan evliya da bu vilayete kavuşabilir. Bu vilayet, tam fena ve olgun bekadır. Burada nefs fani olmuş, Allahü teâlâdan razı olmuştur. Allahü teâlâ da, ondan razıdır. Evliyalığın yüksekliği, beş latifenin derecesine, sırasına göre değildir. En yüksek derecedeki (Ahfa) latifesinin evliyalığına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan Evliyadan daha yüksek olmayı göstermez. Evliyalığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. Kalb denilen aşağı derecedeki latifenin evliyalığına kavuşmuş bir Veli, asla daha karib [yakın] olunca, ahfa latifesinde bulunan, fakat o kadar yakın olmayan Veliden daha üstün olur.

Muhammed aleyhisselamın evliyalığına kavuşan Veli, geri dönmekten korunmuştur. Yani bulunduğu dereceyi kaybetmez. Öteki Veliler, korunmuş değildirler, tehlikededirler. Evliyalık, yalnız kalbin ve ruhun fani olması ile hasıl olabilir. Fakat, bunların fani olmaları için, öteki üç latifenin de fani olmaları lazımdır. Evliyanın evliyalığına (Vilayet-i sugra) denir. Peygamberlerin evliyalığına (Vilayet-i kübra) denir. Vilayet-i sugranın sonu, enfüsdeki ve afaktaki ilerlemenin sonuna kadardır. Vilayet-i sugrada, vehmden ve hayalden kurtuluş yoktur. Vilayet-i kübrada vehmden ve hayalden kurtuluş vardır. Vilayet-i sugra, beş latifenin, arşın dışındaki asıllarını geçtikten sonra başlayıp, bu asılların da asılları olan, Allahü teâlânın sıfatlarının zıllerini, görünüşlerini geçince, biter. Vilayet-i sugra afakta ve enfüsde, yani insanın dışındaki ve içindeki mahluklarda olur. Yani zıllerde, görünüşlerde olur. Bunda sona erenler, (Tecelli-yi berki)ye, yani şimşek gibi çakıp geçen tecellilere kavuşurlar. Vilayet-i kübra, bu tecellilerin [görünüşlerin] aslında olur. Allahü teâlâya yakın olan ilerlemedir. Peygamberlerin evliyalığı böyledir. Burada, tecelliler, daimidir. Vilayet-i sugra, (cezbe) ile (süluk)dür.

Evliyalık kemalatına kavuşmak, süluk, yani çalışarak ilerlemek, kalbin zikir etmesi ve murakaba ve rabıta ile olur. Peygamberlik kemalatında ilerlemek ise, Kur’an-ı kerim okumakla ve namaz kılmakla olur. Bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebebin tesiri yoktur. Ancak, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile olur. Ne kadar ilerlerse ilerlesin, İslamiyet’ten dışarı çıkamaz. İslamiyet’e uymakta sarsıntı olursa, bütün vilayet dereceleri yıkılır. Bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. Lütuf ve ihsan başkadır. Aşk ve muhabbet başkadır. Peygamberlerin evliyalığı bile Peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. Vilayet-i Muhammediyye, bütün Peygamberlerin vilayetlerini kendisinde toplamıştır. Peygamberlerden birinin vilayetine kavuşmak, bu (Vilayet-i hassa)nın bir parçasına kavuşmaktır. Velinin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. Velinin bâtını, yani kalbi ve ruhu ve öteki latifeleri zahirinden, yani duygu organlarından ve aklından ayrılmıştır. Zahirinin gafil olması, bâtınına ulaşamaz. Hiçbir Veli, hiçbir Peygamberin derecesine ulaşamaz. Bir Veli, bir bakımdan, bir Peygamberin üstünde olabilir. Fakat, her bakımdan, bu Peygamber, bu Veliden daha üstündür. Veli, küçük günah işleyebilir. Fakat, hemen tevbe eder ve velilik derecesinden atılmaz. Tasavvuf yolunda aranılan şey, fenanın ve bekanın, tecellilerin ve zuhurların, şühud ve müşahedenin, söz ve mananın, ilim ve cehlin, isim ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir.

Mürşid yani Rehber, insanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan vasıtadır. Talebe rehberini ne kadar çok severse, Onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. Mürşid vesiledir, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşr eden bir vasıtadır. Maksat, Allahü teâlâdır. Mürşid-i kamil, emme basma tulumba gibidir. Kalb makamına inmiş olup, kendi mürşidinden aldığı feyzleri, marifetleri, talebesine ulaştırır. Rehberini inciten veya inanmayan, hidayete kavuşamaz. [Bunun için vehhabiler, Allahü teâlânın feyzlerinden, marifetlerinden mahrumdurlar.] Rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden daha iyidir, buyurmuşlardır. Rehberine inanmakta, güvenmekte sarsıntı olursa, feyz alamaz. Bu sarsıntının ilacı yoktur. Rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. Rehber ile bulunanların, imanları kuvvetlenir. İslamiyet’e uymak isteği hasıl olur. Rehberin sözleri, halleri, hareketleri, ibadetleri hep İslamiyet’e uygundur. Ona uyan, onu dinleyen, Resulullaha uymuş olur. Böyle olmayan kimse, rehber olamaz.

Tasavvuf, Resulullahın izinde bulunmaktır. İnsanların yaratılışlarına göre, ayrı yollar hasıl olmuştur. Tasavvuf, ihlası arttırmak içindir. Tasavvuf yolunda Rehber lazımdır.

Allahü teâlâya kavuşturan yol ikidir: Nübüvvet yolu, Vilayet yolu. Nübüvvet yolunda rehber lazım değildir. Bu yol asla kavuşturur. Vilayet yolunda rehber lazımdır. Nübüvvet yolunda, fena, beka, cezbe ve süluk gibi şeyler yoktur. Vilayet yolunda ilerlemek için her şeyi [dünyayı ve ahireti] unutmak lazımdır. Gönlün bunlara bağlı olmaması lazımdır. Nübüvvet yolunda ahireti unutmak lazım değildir. Tasavvuf, imanı kuvvetlendirmek ve İslamiyet’e uymakta kolaylık duymak içindir. Tarikat ve hakikat, İslamiyet’in hizmetçileridir. Tarikat, mahlukları yok bilmektir. Hakikat, Allahü teâlâyı var bilmektir. Birincisi, herkesten kaçıp, bir yere kapanmak demek değildir. Emr-i maruf, nehy-i münker, cihad ve sünnetlere uymaktır. (Mektubat-ı Rabbani)


Vesile arayın
Sual:
Maide suresinin, (Allah’a yaklaşmak için vesile arayın) mealindeki 35. âyet-i kerimesinde, Allahü teâlânın yaratması için, vesileye [sebeplere] yapışmak emredilmektedir. Sebeplere yapışmak nasıl olur?
CEVAP
Etkisi kesin olan sebeplere yapışmak farzdır. Mesela, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için, dine uymak ve dua etmek emrolundu. Diğer sebepler ve tesirleri açıkça bildirilmediği için, bunlara uymak sünnet oldu.

Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından ve ilaçlardan şifa beklemek ve dertlerden, belalardan kurtulmak için bunları vesile yapmak sünnet oldu. Vehhabiler, bu sünnete şirk, küfür diyerek, âyet-i kerimeye zıt konuşuyorlar. Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ, istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir.

Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem’i ana-babasız yaratmış; fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana-babayı vesile kılmıştır. Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana-babasız yaratabilirdi. Fakat ana-babayı vesile kılmıştır. Onun âdeti böyledir.

Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki:
(Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbi, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver) demektedir. Yahut evliyadan bir zata, (Ey Allah’ın velisi, bana şefaat et, bana vasıta ol, benim için dua et) demektedir. Dilekleri yerine getiren, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fanidir, tasarrufu, gücü yoktur. Böyle inanmak, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden de dua istemek, bir şey istemek, yasak edilmedi. Bir cahil, dileğini Allah’ın kudretinden beklemeyip (Veli yaratır) der, bu düşünce ile ondan isterse, bu elbette yanlıştır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine dil uzatmak çok yanlıştır.) [Zâd-üllebib]

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
(İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kâmillerin, velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diriler vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.) [Mişkat]

Sağ veya ölü bir velinin yardım etmesi Allah’ın izni ile olur. Şu meşhur menkıbeyi bilen çoktur:

Ebu Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, “Sıkışınca benden yardım isteyin” buyurur. Yolda talebelerini, eşkıya yakalar. Onlar, kurtulmaları için Allahü teâlâya dua ederler; fakat kurtulamazlar. Bir talebe Ya Ebel Hasan, imdat! der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, “Biz Allah’tan yardım istediğimiz halde soyulduk. Fakat şu arkadaşımız, sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?” derler. O da, “Allahü teâlâ günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, (Ya Rabbi bu talebemi kurtar!) dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbimizdi” diye cevap verdi. (Tezkiret-ül-evliya)

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
(Günah işlememiş bir dil ile dua ediniz ki, kabul olsun!) Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için dua etsinler. İstigase, yani bir Veliye tevessül de, bu demektir.
[İsa aleyhisselama gelip derler ki, dua ediyorsunuz, devasız hastalıklar iyi oluyor. Hangi duayı okuyorsunuz, bize de söyler misiniz? İsa aleyhisselam da onlara okuduğu duayı söyler. Adamlar bir süre sonra tekrar gelirler, efendim okuyoruz okuyoruz bir şey olmuyor, acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz derler. İsa aleyhisselam, (Dua doğru ama ağız yanlış) buyurur, yani doğru dua öğrettim, dua aynı dua ama, ağız aynı ağız değil!]

İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:
(Her mümin uykuda da mümin olduğu gibi, öldükten sonra da mümindir. Bunun gibi Peygamberler, öldükten sonra da Peygamberdir. Çünkü, Peygamber olan ve iman sahibi olan ruhtur. İnsan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz. (Umdet-ül-itikad)

İnsan ruh demektir. Beden, ruhun konak yeridir. Kıymetli olan, ev değil, evde oturanlardır. Cebrail aleyhisselam, Peygamber efendimize insan şeklinde görünürdü. Ekseriye, Dıhye ismindeki sahabi şeklinde görünürdü. Eshab-ı kiramdan bazıları da, Cebrail aleyhisselamı insan şeklinde gördüler. Cebrail aleyhisselam insan şeklinden çıkarak, kendi şekline girince, ruh gibi olunca, yok oluyor denilemez. Şekil değiştirdi denilir. İnsan ruhu da, bunun gibidir. İnsan ölünce, ruhu bir âlemden başka âleme geçmektedir. Ruhun böyle değişikliğe uğraması, kerametinin kalmayacağını göstermez.

Şafi’i âlimlerinden Celaleddin-i Süyuti hazretleri diyor ki:
Kerametin yirmiikincisi, Evliyanın çeşitli insanların şekillerinde görülmesidir. (Tabakat-ül-Kübra)
Ehl-i sünnet âlimleri, Meryem suresinin, ([Cebrail Meryem’e] insan şeklinde göründü) mealindeki 16. âyetinden, Evliyanın ruhlarının çeşitli şekillerde görüleceğini anlamışlardır.

Ruhun ölmediğine inanmayan yoktur. Bunun için, onun duyduğuna, işittiğine, gördüğüne de inanmak gerekir. Böyle olunca, ruhtan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, itiraz edilmez. Bozulmuş dinler bile, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildiriyor. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı inkâr edilemez.


Şeytanın tasarrufuna inanıyorlar da
Vehhabilerin Feth-ül mecid kitabı, 75.sayfasında bazı İslam âlimlerinin, evliyaların isimlerini vererek, (...bunların kitapları, Ebu Cehlin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur) diyor.
CEVAP
İnsanların üstünlerinin, yani Peygamberlerin, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhabi kitabı da yazmakta, meleklerin tasarruf ve tesirlerine inanmakta, fakat Allahü teâlânın Evliyasına keramet olarak, tesir ve tasarruf verdiğine ise inanmamakta, buna inananlara müşrik demektedir. Ehl-i sünnet âlimleri, vehhabilerin ortaya çıkacaklarını, keramet olarak, bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevaplar yazmışlardır. Bu âlimlerin başında, Muhyiddin-i Arabi ve Sadreddin-i Konevi ve Celaleddin-i Rumi ve Seyyid Ahmed Bedevi ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi Veliler bulunmaktadır. Vehhabiler, işte bunun için, bu Velileri beğenmiyorlar.

Kâfire verilen şey, sevgili kullara verilmez mi?
Sihirle, kâfirlerin ne harika şeyler yaptığı Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Hatta Şeytanın bile, çok harikalar gösterdiği yazılıdır. Kâfir harika gösteriyor da evliya gösteremez mi?

Hakimi Semerkandi İshak bin Muhammed hazretleri buyuruyor ki:
Evliyanın kerametine inanmak lazımdır. Evliyanın kerametine inanmayan, bid’at sahibi, sapık olur. Evliyanın kerametine inanmamak iki türlü olur:
1- Kerametleri bildiren âyet-i kerimelere inanmıyorsa, kâfir olur.
2- Âyet-i kerimelere inanır, ama onlar Peygamber idi, evliyadan keramet olmaz derse, yine kâfir olur.
Âyet-i kerimelere inanır ve onlar Peygamber değil idi demezse küfür olmaz.

Allahü teâlâ, Belkıs’ın tahtını [oturduğu koltuğu] bir anda getirenin ilim sahibi olduğunu bildiriyor. Bu da, Asaf bin Berhıya idi. Veli idi. Peygamber değildi. Süleyman aleyhisselamın ümmetinden idi. Süleyman aleyhisselamın ümmetinden biri keramet gösterebiliyor da, Muhammed aleyhisselamın ümmetinin evliyası niçin keramet gösteremesin?

Muhammed aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamdan elbet daha üstündür. Muhammed aleyhisselamın ümmeti de, Süleyman aleyhisselamın ümmetinden elbet daha üstündür.
Meryem suresinin (Hurma kütüğünü kendine doğru çek! Sana ondan taze hurma düşer) mealindeki 24. âyetinde, Allahü teâlâ, hurma kütüğünden, Hazret-i Meryem için meyve çıkardığını bildiriyor. Hazret-i Meryem, Peygamber değildi. Zekeriya aleyhisselamın, Hazret-i Meryem’in yanında gördüğü meyveler ve Eshab-ı Kehf vak’ası hep keramet idi. Bu kerametlerin sahipleri de Peygamber değildi.

Önce gelen Peygamberlerin ümmetlerinde, keramet sahibi Veliler bulunuyor da, Muhammed aleyhisselamın ümmetinde keramet sahibi Evliya niçin bulunmasın? Al-i İmran suresinin 110. âyetinde, (Siz, ümmetlerin en iyisi oldunuz) buyuruldu. Keramete inanmayanlar bu sözümüze karşılık, bir kimsenin bir gecede Kâbe’ye gidip gelmesi olamaz derse, Resulullah, bir anda yedi kat göklere ve Allahü teâlânın dilediği yerlere götürülüp getirildi. Bundan büyük harika olur mu?

Mümin mi kıymetlidir, kâfir mi? Kâfirlerden birinin bir anda şarktan garba gidip geldiğini kitaplar bildiriyor ve inanıyoruz. Bu kâfir herkesin bildiği İblistir. Bu kâfire verilen şey, Allahü teâlânın sevgili kullarına niçin verilmesin? Bunu iyi düşünmek ve insaflı konuşmak lazımdır. (Es-Sivad-ül a’zam)

Hayret edilecek şey

Vehhabiler ruhun varlığına ve ölmediğine inanıyorlar. İblisin yani şeytanın da varlığına ve ölmediğine inanıyorlar. Şeytanın kâfir olduğuna ve yaptıklarına da inanıyorlar. Çok âyet-i kerimede bildirildiği gibi şeytanın ne yaptığını ve maksadını bizim gibi onlar da biliyorlar.

Lakin, Peygamberlerin ve Evliyaların yani Allah’ın sevgili kullarının ruhlarının tasarruflarına, mucize ve keramet göstermelerine inanmıyorlar. Hayret ki ne hayret! Şeytanın tasarruflarına inanıyorlar da bu sevgili kullarının yani Peygamber ve evliyanın tasarruflarına inanmıyorlar. Halbuki tasarruf kuvvetini, imkanını ve yetkisini veren Allahü teâlâdır. Kâfir İblise verdiğine inanıyorlar da, Peygamber ve evliya kullarına verdiğine inanmıyorlar.

Görmediğimiz için inanmıyoruz diyorlarsa, iblisinkileri görüyorlar mı? Aklımız almadığı için inanmıyoruz diyorlarsa, iblisinkileri akılları nasıl alıyor? Şeytan olunca mı akılları çalışıyor?

Kâfir bir mahluk yapabiliyorsa, Peygamber ve evliya kullar niye yapamasın? Kâfir mahlukuna bu imkan ve yetkiyi veren Allahü teâlâ, Peygamber ve evliya kullarına niye vermesin?


Keramet ile istidraç arasındaki fark
Sual:
Mucize ve keramet ile istidraç ve sihir arasındaki fark nedir? Allahü teâlâ, kâfire bu kuvveti niçin verdi? Bunlar birbirinden nasıl ayırt edilir?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela, buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır.

İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını da aldatmak için, bunlara, âdetini bozarak, sebepsiz harika şeyler yaratıyor. [İslamiyet'e uyanların nefsleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefsleri ise zayıflar. Kötülük yapamaz. Bunun için, papazlarda da harikulade işler hasıl olur.]

1- Peygamberlerden, meydana gelen harikalara (Mucize) denir.

2- Evliyadan meydana gelen harikalara (Keramet) denir.

3- Müminlerden meydana gelen harikalara (Firaset) denir.

4- Fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur edenlere (İstidraç) denir. Allahü teâlânın aldatarak, nimet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. Onları derece derece, yavaş yavaş Cehenneme götürür.

5- Kâfirlerden zuhur edenlere ise (Sihir), yani büyü denir.

İbni Hacer-i Hiytemi hazretleri diyor ki:
Sihir ile, birinin kolunu kesip, sonra yapıştırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama sokup çıkarmak gibi gösteriler yapan tarikatçılar, bu gösterilerine keramet derse, Kadı tarafından öldürülür. Başka şekilde yapıyorsa, öldürülmez, ama, ağır cezalandırılır. (Fetava-yı hadisiyye)

İbni ebi Zeyd Kayrevani diyor ki:
Sihrinde küfre sebep olacak şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, ama buna keramet diyorsa cezalandırılır. (İsbat-ü keramatil- Evliya)

Allahü teâlânın, bir kulun bütün muradını yerine getirmesi, her istediğini vermesi, harikalar göstermesi, onun Allahü teâlâ katında makbul bir kul olduğunu göstermez. Bunlar, bazı kullarına iyilik ve ihsandır. Bazılarına da istidraçtır. Allahü teâlâ, mealen (Onları derece derece aşağı indiriyoruz, helake sürüklüyoruz; ama onlar bunu bilmiyorlar) buyurdu. (Araf 182) [Birbiri ardınca kendilerine nimetler gelir, onlar bunu bir lütuf sanırlar da şımarırlar. İşte o zaman üzerlerine Allah'ın azabı hak olur (Beydavi) Onlar her günah işledikçe biz de nimetimizi yenileriz demektir. (Dahhak)]

Keramet ile istidraç arasındaki fark şöyledir:
Keramet sahibi olan kimse, keramet ile meşgul olmaz ve onunla öğünmez. Bilakis, kendisinden keramet zuhur edince, kendisinden meydana gelen bu hâlin istidraç olabileceği endişesi ile Allahü teâlâdan korkusu iyice artar. Fakat istidraç sahibi olan kimse, bu durum, güzel haller ve ameller ve bu amellerin neticeleridir diye zan eder. Bunların aldatma ve saptırma olduğunu anlamaz. Kendinde bir olgunluk ve üstünlük olduğu hayali ile insanlara hakaret nazarı ile bakar. Kendini azab-ı ilahiden emin bulur. Kötü akıbetten sakınmaz. [Firavun, atı ile giderken atının ön ayakları uzardı, yokuşa doğru giderken kısalırdı. Dişlerinin arası açık değildi, yemek kırıntıları girip rahatsız etmezdi. Ömründe bir kere başı ağrımamıştı. Bu halleri kendinden bilip tanrılık iddiasında bulundu ve ebedi azaba sürüklendi.]

Keramet ile istidracı birbiri ile karıştırmamalı. Keramet sahibi olmayı istemek, Allah’tan başkasını sevmek demektir. Velinin keramete ihtiyacı yoktur. Kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yoktur. Evliyanın keşfinde hata olabilir. Evliyanın keşfi, İslamiyet'e uygun olursa, ona güvenilir. Böyle değilse güvenilmez. Keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. Evliya büyük günahtan korunmuştur ama, küçük günahtan korunmuş değildir. Ama hemen gafletten uyandırılıp tevbe eder ve af dilerler.

Harikalar gösteren kimsede İslamiyet'e kıl ucu kadar aykırılık var ise, onunki keramet değil istidraçtır. Salih bir kimse, keramet ile istidracı ayırabilir. Harika gösteren biri ile konuşunca, kalbinde, dünya sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa onun, keramet sahibi bir Veli olduğunu anlar. Eğer böyle olmazsa, istidraç sahibi olduğu anlaşılır.

Evliyanın sözleri ile, kalbinde bir değişiklik duymayan kimse, hayvan gibi olan cahil bir kimsedir. Onun ruhu hasta, basireti, yani kalb gözü kördür, duygusuzdur.

Sual: Olağan üstü halleri görülen her kimsenin, keramet ehli olduğu mu anlaşılır? Mesela, deniz üstünde yürüyen bir şeyhe, bağlanmak gerekir mi?
CEVAP
Olağan üstü haller, herkeste görülebilir. Eğer, deniz üstünde yürüyen kimse, Evliya ise, (Keramet); fâsık veya bid’at ehli ise, (İstidraç); kâfir ise, (Sihir) denir.

Tarikat şeyhiyim diyen kimse, Ehl-i sünnet değilse, denizde yürüse, havada uçsa, ağzına ateş alsa; böyle haller, istidraç veya sihirdir.

Adam uçuyor diye, hemen onu evliya sanmamalı. Ehl-i sünnet olup olmadığına, dinimizi, fıkıh bilgilerini, helali haramı bilip bilmediğine bakmalı. Bunun için, ilkönce, Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini iyi öğrenmelidir. Ehl-i sünnet itikadını ve lüzumlu fıkıh bilgilerini bilen kimse, bid’at ehli şeyhlerin tuzağına düşmez.

Sual: Peygamber efendimizin övündüğü fakirlik, bizim bildiğimiz fakirlik midir?
CEVAP
Fakir, muhtaç demektir. İslamiyette, asli, temel ihtiyacından fazla ve kurban nisabı miktarı malı olmayana fakir denir. Resulullah efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdüllah Dehlevî hazretleri, Dürr-ül-me'ârif kitabında buyuruyor ki:
“Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir.” Böyle olan kimse nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın iradesinden razı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyete uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye, itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.

 

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.