Sual: Peygamber efendimizin mucizeleri nelerdir?
CEVAP
Çok mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.
Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.
Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hasıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir. Çünkü, kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hasıl olmaktadır.
Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:
Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.
İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.
Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.
Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.
1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.
(Geniş bilgi için, Kur’an-ı kerim maddesine bakınız.)
2- En büyük mucizelerinden birisi de Mirac mucizesidir.
(Geniş bilgi için, Mirac mucizesi maddesine bakınız.)
3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler. İman etmediler.
Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:
(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]
4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.
5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.
6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.
7- Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.
8- Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.
9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.
10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.
11- Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.
12- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.
13- Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:
Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.
İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.
Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.
Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.
[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış-veriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe anlattı. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi Ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu gibi, (Bismikellahümme) ibaresinden başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.]
Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]
14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.
15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Yine gelecektir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır bilmiyorum deyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.
16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehid olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.
17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.
18- Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hazret-i Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.
19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehid olarak ölürsün) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile yapılan muharebede şehid oldu.
Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehid olacaklarını dahi haber verdi.
20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.
21- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehid oldu.
22- Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.
23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.
24- Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.
Hazret-i Ali buyuruyor ki:
Resulullah beni Yemen’e kadı [Hakim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikayetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükmederdim.
25- Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.
26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.
27- Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını Müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.
28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu Müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.
29- Resulullah efendimiz bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.
30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi nasrani âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir zaman Peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun hediye kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Bütün Eshab-ı kiram da yediler.
Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp mübarek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Mübarek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp mübarek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu gayet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hazret-i Selman’a kaldı.
31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay edenlere cezalarını veririz...) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Harisin burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.
32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (delil) ihsan eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler.
33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.
Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin daha nice mucizeleri yazılıdır.
Sual: Peygamber efendimizin geleceğinin, hazret-i Musa ve hazret-i İsa tarafından bildirilmesi, bu Peygamberlerin birer mucizesi midir?
CEVAP
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselamın geleceği, bazı sıfatları, Arap yarımadasında zuhur edeceği ve gelme zamanı yaklaşınca görülecek harikulade, olağanüstü şeyler Tevrat ve İncil’de bildirilmişti. Bunların haber verilmesi, hazret-i Mûsâ ve hazret-i İsa için mucize olduğu gibi, Muhammed aleyhisselam için de büyük mucizedir. Allahü teâlâ, her Peygambere, o zamanda meşhur olup, kıymet verilen şeylere benzer mucizeler ihsan etmiştir. Muhammed aleyhisselama ise her Peygambere vermiş olduğu mucizelerin benzerlerini verdiği gibi, başka mucizeler de ihsan eylemiştir. Hayatta iken gösterdiği mucizelerin üç binden ziyade olduğu, Mirât-ı kâinât kitabında yazılıdır.
Sual: Bazı kimseler, Peygamber efendimizin elinde yiyeceklerin, içeceklerin çoğaldığını inkâr ediyor. Mucize olarak, Peygamber efendimizin elinde hurma, süt, su gibi şeyler çoğalmaz mı idi?
CEVAP
Şevâhid-ün Nübüvvede Ebû Hüreyre hazretlerinin şöyle anlattığı bildirilmektedir:
“Bir defasında açlıktan neredeyse karnım sırtıma yapışacaktı. Mideme taş bağladım. Birisi beni evine götürsün de bir şeyler yedirsin diye, Eshab-ı kiramın gelip geçtiği yol üzerine oturdum. Önce hazret-i Ebu Bekir geldi. Ona Kur’ân-ı kerimden bir âyet-i kerimeyi sordum. Maksadım beni evine götürüp, bir şeyler yedirmesi idi. Sonra hazret-i Ömer oradan geçiyordu. Ona da bir âyet-i kerimeyi sordum. İkisi de beni götürmediler. Sonra aniden Resulullah efendimiz geldi, bana bakıp yüzümden aç olduğumu anladı.
- Ey Eba Hüreyre, benimle birlikte gel, buyurdu. Resulullah efendimizi takip ettim. Mübarek zevcelerinden birinin evine gittik.
- Yanınızda hiç yiyecek bir şey var mıdır? diye sordu.
- Eve, falan kimse sizin için biraz süt hediye göndermiş dediler. Bunun üzerine Resulullah efendimiz bana;
- Ey Eba Hüreyre git, Eshab-ı soffayı çağır, buyurdu. Eshab-ı soffa, malı, çoluk çocuğu olmayan sahabiler idi. Mescidde kalırlar ve Eshab-ı kiram onlara bakardı. Resulullah efendimize hediye gelince, ondan hem kendisi yer, hem de Eshab-ı soffaya verirdi. Sadaka gelince kendisi yemez, Eshab-ı soffaya verirdi. Ben kendi kendime;
'O sütten önce biraz içseydim, sonra Eshab-ı soffayı çağırsaydım. Çünkü onlar gelirse, bana bir kase sütten ne kalacak' diye düşündüm. Sonra Eshab-ı soffayı çağırdım. Hepsi gelip, Resulullah efendimizin huzurunda oturdular. Resulullah efendimiz bana;
- Ey Eba Hüreyre, süt kasesini al bana ver, buyurdu. Sonra tekrar bana geri verdi.
- Bunu herkese ver, hepsi içsinler buyurdu. Eshab-ı soffanın hepsi tek tek o kaseden süt içtiler. Ben ve Resulullah efendimiz henüz içmemiştik. Resulullah efendimiz süt kasesini elimden mübarek eline alıp, yine bana geri verdi ve iç, buyurdu. Sütten bir miktar içtim. Yine iç, buyurdu, içtim. Bir daha iç buyurdu, tekrar içtim. Dördüncü defa iç buyurdu.
- Ya Resulallah, artık içmeye mecalim kalmadı, iyice doydum, dedim. Elimden süt kasesini alıp, kalan sütü de kendileri içtiler.”
Sual: Peygamber efendimiz dünyaya gelmeden önce de, işaret olarak bazı olağanüstü hadiseler olmuş mudur?
CEVAP
Konu ile alakalı olarak Şevâid-ün Nübüvve kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“Resûlullah efendimizin doğduğu gece, İran Kisrâsının (kralı) sarayı sallandı ve sarayın ondört burcu yıkıldı. Mecûsilerin bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve Gölü'nün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsilerin meşhur âlimi Mü'bedân rüyasında;
“Serkeş develerin önlerine kattığı atları öldürüp, Dicle Nehri'ni geçtiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını” gördü.
Kisrâ, sarayının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korktu. Kimseye bildirmek istemedi. Fakat sabahleyin tahtına geçip oturunca sabredemeyip bu hadiseyi vezirlerine ve ileri gelen adamlarına anlattı. O bunları anlatırken Mecûsilerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektup da geldi. Bunun üzerine Kisrâ, daha çok endişelendi. Sonra da Mü'bedân gördüğü rüyayı anlattı. Kisrâ, Mü'bedâna;
- Bu hadiseler için ne denebilir, bunlar neye alamettir? diye sordu. O da;
- Bunlar Arablar arasında meydana gelen bir hadiseye işarettir, dedi. Sonra Kisrâ, Numan bin Münzire mektup yazıp, bu hadisenin izahını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânî'yi gönderdi. Kisrâ bu hadiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki:
- Bu ilmi dayım Satîh kâhin bilir. O Şam'dadır, dedi. Kisrâ;
- Git ondan bu hadiseleri sor dedi. Şam'a gidip Satîh kâhini buldu. Satîh kâhin o anda ölmek üzere idi. Selam verdi, cevap alamadı. Bir şiir okumaya başladı. Satîh kâhin şiiri işitince gözlerini açtı ve;
- Ey Abdülmesîh! Kisrâ, sarayının sallanması, burçlarının yıkılması, Mü'bedânın rüyası, Sâve Gölü'nün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. Bunların hepsi ahir zaman Peygamberinin doğduğuna işarettir. O bu beldeleri alacaktır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse İran'a krallık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacaktır.
Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ ondört kişi krallık yaptıktan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zaman alır, dedi. Fakat bu kisrâlardan on kişinin krallığı dört senede bitti. Diğer dördü hazret-i Osman zamanına kadar saltanat sürdüler.”
Sual: Peygamber efendimizin doğumu anında olağanüstü şeyler meydana gelmiş midir?
CEVAP
Şevâid-ün Nübüvve kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“Resûlullah efendimizin annesi hazret-i Âmine hâtun şöyle anlatmıştır:
Muhammed aleyhisselâmın doğacağı sırada evde yalnız idim. Abdülmuttalib Beytüllahı tavâf etmeye gitmişti. Zevcim Abdullah dört ay önce Medine'de vefat etmişti ve orada defnedilmişti. Evin tavanı tarafından büyük bir şey indiğini hissettim ve beni korku kapladı. Bir ak kuşun kanadıyla beni sıvazladığını hissettim ve korkum dağıldı. Sonra bana süt gibi beyaz bir şerbet verdiler. Çok susamıştım, aldım, bu şerbeti içtim. Uzun boylu küçük yüzlü hatunlar gördüm. Abd-i Menâfın kızlarına benziyorlardı. Etrafımda duruyorlardı. Gökten yere kadar uzanmış beyaz ipekten bir örtü gördüm. Birisinin;
'Onu insanların gözünden gizliyoruz' dediğini işittim.
Bir bölük kuşlar gördüm ki gagaları zümrütten, kanatları yakuttan idi. O sırada gözümden perde kaldırıldı. Doğudan batıya kadar yeryüzünü gördüm.
Biri doğuda, biri batıda, biri de Kâbe'nin damı üzerinde üç alem, sancak gördüm. Sonra çok hatunlar gelip çevremde oturdular.
Muhammed aleyhisselâm doğar doğmaz başını secdeye koydu. Parmağını semaya kaldırdı. Sonra bir bulut indi ve onu kaldırıp götürdü. Baktım yerde göremedim. Gözden kaybolmuştu. Sonra yine bir bulut geldi. Şöyle bir ses duyuyordum:
'Muhammed'i bütün âlemde dolaştırınız. Bütün mahlukat Onu ismiyle, suretiyle ve sıfatıyla tanısın, bilsin!..' O bulut bir anda Onu geri getirdi. Onu beyaz bir yün içine sarmışlardı. Sardıkları kundak sütten ak, ipekten yumuşak idi.
Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara, cinnilere ve hayvanlara gösterdiler. 'Ona Âdem'in saffetini, Nûh'un rikkatini, İbrâhîm'in hulletini, İsmâîl'in lisânını, Yusuf'un cemâlini, Yakub'un besâretini, Eyyûb'ün sabrını, Yahyâ'nın zühdünü ve Îsâ'nın keremini (aleyhimüssalâtü vesselâm) verdik' dediler... Sonra bulut bir anda açıldı.”
Osmân bin Ebîl Âs hazretlerinin annesi, şöyle anlatmaktadır:
“Muhammed aleyhisselâmın doğduğu sırada hazret-i Âmine'nin yanında idim. O gece ne tarafa baksam gündüz gibi aydınlık idi. Yıldızlara bakdıkça bana yaklaştıklarını gördüm. Neredeyse üzerime düşecekler sanırdım.”