Sual: Allahü teâlânın varlığı (Limmi yol) ile de ispatlanır deniyor. Limmi yol nedir?
CEVAP
Allahü teâlânın varlığı ve birliği, ilmî ve aklî yollar ile de ispat edilmiştir. İlmî yola (Limmi yol) da denir. Kelam âlimleri, (inni) usulü üzere, eseri görüp, müessirin [Buna tesir eden, bunu yapanın] var olduğunu bildirmişlerdir. Hukema ise, (Limmi) usulü üzere, müessirin kudretini görerek, her şeyi bunun yaptığını bildirmişlerdir.
[Hukema, din bilgilerini, fen bilgileri ile ispat eden hikmet ehli Müslüman demektir. Limmi, limmeli, (Niçinli) demektir. Niçin soruları cevaplandırılır. (İnni) usulü ise, İnne… Elbette öyledir demektir.]
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu gösteren delillerden bazıları şöyledir:
1- Bir âyet-i kerime meali:
(Eğer yer ile gökte, Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bunlardaki nizam bozulur, karma karışık olurdu.) [Enbiya 22]
Bu âyet-i kerimenin işareti kâinatın yaratıcısının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının işleri, birbirinden, ya farklı veya aynı olur. Birbirinden farklı olursa, âlem bozulur. Yani gökler ve yerin bu özel düzeninden çıkmasını ve yok olmasını veya birbirine zıt şeylerin aynı anda bir araya toplanmasını gerektirir. Mesela, iki ilahtan birisi, bir insanın hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip oturmasını dilese, ilah oldukları için kudretleri o insana tesir edince, iki zıttın birleşmesini gerektirir. Bu ise, mümkün değildir. Çünkü, iki zıt şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkün değildir. Yani, o insan, aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. Ya hareketlidir veya hareketsizdir.
İki ilahın bir konudaki işi farklı olursa, birisi bu iş şöyle olsun, öteki de hayır böyle olsun derse, o işte ikisinden birisinin istediği olursa ikisinden birisinin âcizliğini gösterir. Âcizlik ise, sonradan olma, yani yaratılma alametidir. Bu ise, ilahlığa yakışmaz. Sonradan yaratılan ilah olamaz.
2- Kâinatın yaratıcısının hâşâ iki olduğu farz olunsa, ikisinden biri, dilediğini yapmakta ya kâfi olur veya olmaz. Birisi, yaratıcı olarak, dilediğini yapmakta kâfi ise, ikinci ilahın gereksiz ve fazla olması gerekir. Bu ise, noksanlıktır. Noksan olan ise, ilah olamaz. Eğer ikinci ilah, dilediğini yapmakta kâfi gelirse, birinci ilahın yok olması veya atıl olması gerekir. Atıl olan, ilah olur mu hiç? Atıl, iş yapmaz, işe yaramaz demektir.
3- İki ilah olduğu farz edilse, ya birbirine muhtaçtır, ya değildir. Yahut biri diğerine muhtaç olup, diğeri ona muhtaç değildir. Eğer ikisi birbirine muhtaç ise, ikisinin de noksan olması gerekir. Noksan olan ise, ilah olamaz. İkisi birbirine muhtaç değilse, ikisi de ilah olamaz. Her biri, diğerine göre, fazla ve lüzumsuzdur. Bu da, ilahlık vasfına zıttır. Çünkü ilah, her şeyin kendisine, her an muhtaç olduğu ve her şeye kâfi olan bir varlık olup, buna ihtiyaç duyulmaması olamaz. Biri diğerine muhtaç ise, muhtaç olan ilah olamaz. Sadece muhtaç olmayanın ilah olması yani ilahın bir olması lazım gelir.
Bu âlemin mutlak bir yaratıcısı vardır. O, bu âlemi yaratmayı dilemiş ve yaratmıştır. Eğer o dilemeseydi, yaratmasaydı hiçbir şey var olamazdı. Hiçbir şey, kendi kendine var olamaz. Her şeyi mutlak bir yaratan vardır. Kalem, kendi kendine yazmaz. Yazması için, mutlaka bir sebep lazımdır. Bu sebep ise, herkesin bildiği gibi, katiptir. Katipsiz kalemin yazması nasıl mümkün değil ise, bir yaratıcı olmadan, âlemin var olması da, mümkün değildir.
4- Yaratıcının iki olduğu farz olunsa, onlardan biri, bir kimsenin kalkmasını dilediği anda, diğerinin de, onun oturmasını dilediğini farz edelim. O kimsenin hem kalkması, hem de oturması mümkündür. Fakat, iki ilahın iradeleri aynı anda hasıl olunca, o kimsenin aynı anda hem oturması, hem de kalkması gerekir. Bu ise, iki zıt şeyi birleştirmek olduğundan imkansızdır. Eğer, sadece birinin dilediği hasıl olursa, diğerinin âciz olması lazım gelir. İlahın âciz olması muhaldir. Çünkü âcizlik, mahluklarda bulunur. Mahluk olanın ise, ezelde var olması muhaldir. Ezeli âcizlik muhal olduğu gibi, ilahın âciz ve hadis olması da muhaldir. Eğer, diğer ilah için, o kimsenin oturmasını irade etmek mümkün olmaz ise, ikisinden biri, diğerinin iradesine mani olduğundan âciz olmuş olur. Âciz olan ise, ilah olamaz.
Âlemde mevcut olan varlıklar, kendi kendilerine var ve yok olamazlar. Onlara bir tesir eden, yani onları bir yaratan vardır. Madem ki, âlemler ve âlemlerde mahluklar vardır. Öyle ise, âlemleri ve âlemde olan mahlukları bir yaratan vardır. Mahlukların var olması, bu yaratıcının varlığına bir delildir ki, bu yaratıcı Allahü teâlâdır. Âlemdeki mahlukların sıfatları vardır. O halde onları yaratan Allahü teâlâda da bu sıfatlar vardır.
Kâinatta hiçbir şey yok idi. Hepsini Allahü teâlâ yarattı. Hepsi mahluktur. Yani, yok iken var olabilir ve var iken de yok olabilir ve yok iken var olmuştur. (Allahü teâlâ var idi. Hiçbir şey yok idi) hadis-i şerifi, bunu bildiriyor.
Âlemin hadis olduğunu gösteren diğer bir delil de, âlemin her zaman bozularak değişmesidir. Her şey değişmektedir. Kadim olan şey ise, hiç değişmez. Allahü teâlânın zatı ve sıfatları böyledir. Bunlar hiç değişmez. Halbuki âlemde, fizik olaylarında, maddelerin hâl değiştirmesi oluyor. Kimya reaksiyonlarında, maddelerin özü, yapısı değişiyor. Cisimlerin yok olarak, başka cisimlere döndüğünü görüyoruz. Bugün yeni bilinen atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. Enerjiye dönüyor. Âlemlerin, maddelerin böyle değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Bir başlangıcı olması, yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden hasıl olmaları gerekir.
Âlemin mümkün olduğuna, yani yok iken var olabileceğine başka bir delil de, âlemin hadis olmasıdır. Yani her şeyin yok iken var olduklarını görüyoruz. Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor. Ancak, son kimya bilgimize göre, yüz beş madde, kimya reaksiyonlarında, hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radyoaktif olaylar, elementlerin, hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü ispat etmiştir. Hatta Alman fizikçisi Einstein, bu değişmenin matematik formülünü ortaya koymuştur.
Cisimlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelerek değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Hiçbir şey yok iken, hepsi sonradan yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazım olurdu. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde birbirlerinden var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demektir. Sonsuz öncelerde yoktan var olmak demek, ilk yani başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım gelir. Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermektedir. Âlemin yoktan var edilmiş olduğuna, o ilk yaratıktan hasıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğuna inanmak gerekir.
Var olan şey ikidir: Biri, yok iken, sonradan var olan (yaratık), ikincisi hep var olan (Vacib)dir. Eğer var olan yalnız yaratık olsaydı ve vacib-ül-vücud bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. Çünkü, yok iken var olmak, bir değişikliktir, bir olaydır. Fizik bilgimize göre, her cisimde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin tesir etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cisimden önce var olması lazımdır. Bunun için, mahluk olan, kendi kendine yoktan var olamaz ve varlıkta duramaz. Ona bir kuvvet tesir etmeseydi, hep yoklukta kalırdı. Var olamazdı. Kendini var edemeyen, başka mahlukları da elbette yaratamaz. Mahlukları yaratanın, vacib-ül-vücud olması lazımdır. Âlemin var olması, bunu yoktan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor.
Görülüyor ki, sonradan olmayarak ve yaratık olmayarak, yani hep var olarak, bütün yaratıkları tek yaratıcısı, ancak vacib-ül-vücud olan Allahü teâlâdır.
Vacib-ül vücud, varlığı mutlak lazım olan demektir. Varlığı başkasından olmayıp, ancak kendindendir, yani kendi kendine hep vardır demektir. Başkası tarafından yaratılmadı. Eğer böyle olmazsa, yaratık olması, başkası tarafından yaratılması lazım olur. Yaratılan ise ilah olamaz. Farsça’da, (Huda) demek, kendi kendine hep var olucu, yani kadim demektir. (İmam-ı Razi, Kadı Beydavi)