Mezhepsiz ne demek

Sual: Din kitabı yazarak dine hizmet etmiş şahıslara, belli bir mezhebe bağlanmadı diye mezhepsiz diye hakaret ve iftira etmek doğru mu?
CEVAP
(Mezhepsiz) tabiri dini bir tabirdir. Hakaretle falan alakası yoktur. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, parası olmayana parasız, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Bunun kadar tâbii [doğal] başka şey ne olabilir ki? Mesela Efgani, Abduh ve Kardavi bizim mezhebimiz yok diyorlar. Onlara, kendi söylediklerini söylemek yani mezhepsiz demek yalan ve iftira olmaz. Gerçeği açıkça söylemek olur.

Mezhepsizce kitap yazmak da dine hizmet olmaz, dini değiştirmek olur. Dört mezhebin hükümlerini bildiren bir kitap yazmak çok iyi olur. Mesela Mizan-ül-kübra, Mezahib-i erbea uygun kitaplardır. Ama her mezhebin ictihadını yazıp doğrusu budur demek yanlıştır.

Mezhepsizlerin fikirleri
Sual:
Bir kimsenin mezhepsiz olduğu nasıl tanınır?
CEVAP
Mezhepsizler değişiktir, kimi Mutezilenin, kimi Cebriyyenin, kimi Şianın, kimi Vehhabinin bazı fikirlerini, kimisi her gruptan bazı fikirleri benimsiyorlar.

Mezhepsizleri tanımak için fikirlerini, inançlarını bilmek gerekir. Fikirlerinden bazıları şöyledir:

Mezhep taassubu tabirini çok kullanırlar. İctihad kapısı açık derler, sapık görüşlerini ictihad gibi gösterirler.

Telfîkı savunurlar. Mezhepleri birleştirmeye kalkarlar. Hangi mezhepteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.

Mezhepler bid’attir, Sahabenin mezhebi mi vardı derler.

İmam-ı a’zama, imam-ı a’zam demezler, Ebu Hanife derler.

Eshab-ı kiramdan çoğunu kötülerler. [Halbuki hepsi Cennetliktir. (Hadid 10)]

Bir kısmı, cin ve miracı inkâr eder. Bir kısmı mucizeleri, bir kısmı da kerameti inkâr eder.

Cennette de Allahü teâlâ görülmez derler. Halbuki Kıyamet suresinin (Kıyamet günü ışıl ışıl parlayan yüzler, Rablerine bakacaklardır) mealindeki 22 ve 23. âyetlerini açıklayan Peygamber efendimiz, dolunaya bakıp buyurdu ki:
(Rabbinizi de, [ahirette] böyle göreceksiniz.) [Buhari]

Günah işleyen namaz kılmayan kâfirdir, amel imandan parçadır derler.

Peygamberden, evliyadan yardım istemek şirktir, çünkü ölü işitmez derler. Halbuki Kur’anda (Onlar ölü değildir) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, (Kâfir ölüsü de işitir) buyuruluyor. (Buhari)

Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler.

Ölüye, dua fayda etmez derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dirilerin duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet iner.) [Deylemi]

Sıratı, mizanı, şefaati inkâr ederler. Halbuki bunların hak olduğu âyet ve hadisle sabittir.

İskâta, telkîne ve kabir azabına inanmazlar. Halbuki bu konularda da sahih hadis-i şerifler vardır.

Yalnız Kur’an derler, bazıları da Kitap, Sünnet derler, dindeki dört delili inkâr ederler.
Bir çok hadis-i şerife uydurma damgasını basarlar, İsrailiyat derler. Halbuki hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.

İyi iş yapan Hıristiyan ve Yahudiler de Cennete girecek derler. Halbuki Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hakim]

Kur’an değişmiştir derler. Halbuki (Onu biz indirdik, biz koruruz) buyuruluyor. (Hicr 9)

Namaz üç vakittir derler. Hadis-i şerifte, (Namaz beş vakittir) buyuruluyor. (Buhari)

Yanlış olarak, dinimize aykırı olarak İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı, Allah’ın mucizesi gibi tabirler kullanırlar.

Kötüye kötü, kirliye pis demek
Sual:
Ölü diri bir çok İslam âlimi mezhepsiz diye kötüleniyor. Bid’atçi, eshab düşmanı deniyor, mason deniyor, böylece gıybetleri yapılıyor. Niye böyle yapıyorlar, gıybetleri caiz mi?
CEVAP
Gıybet büyük günahtır, caiz değildir. Hele gerçek âlimleri kötüleyen kâfir olur. Siz soruyu yanlış soruyorsunuz. Şöyle sorulmalıydı: Bazı âlimlere, mezhepsiz, eshab-ı kiram düşmanı falan deniyor. Gerçekten böyle bir şey var mı? Varsa bunların bu hatalarını söylemek gıybet olur mu?

Birinci şekilde soranlar genelde art niyetlidir. Bunların içinde bu art niyetlilerin dolduruşuna gelip de iyi niyetle söyleyenler de vardır. Namazda, kıyam, secde gibi kelimeler nasıl dini bir tabirse, kâfir, sapık gibi kelimeler de dini tabirdir, bunlar şimdi uydurulmadı. İmanın altı esasından birine inanmayana kâfir, dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Mesela Abduh, mezhepsizdir, masondur. Ayrıca Eshab-ı kirama saldıranlar var. Halbuki Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğunu bildiriyor. Mezhepsizler, Hazret-i Osman’a saldırıyor, biz de bakın, Hazret-i Osman’a şöyle deniyor dediğimiz zaman nasıl olur da bir âlimi tenkit edersiniz deniyor. Peki onlar Hazret-i Osman’ı tenkit etme yetkisini kimden aldı? Mezhepsizi tenkit günahsa, onların Cennetle müjdelenen Hazret-i Osman’ı tenkit etmesi sevap mı? Bu kadar insafsızlık olur mu?

İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi âlimleri kötüleyenlere bu yanlış dersek, hemen, Abduh’un dolmuşuna binenler, Abduh gibi soylu âlimler kötüleniyor derler. Bir yiğit çıkıp da, (Eshab-ı kiramı, İslam âlimlerini kötüleyenlere yazıklar olsun) demiyor. Diyenlere de insafsızca saldırıyorlar.

Dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcuların ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Bunların dinimize yaptıkları iftiralarını söylemek gıybet olmaz. Gıybet nedir? Gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Harbilerin [bugün için her kâfirin], bid'at ehlinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını, alış verişte hile yapanların bu hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir, gıybet olmaz. (Redd-ül-Muhtar 5/263)

Şu halde alış verişte veya dinde hile yaparak Müslümanları kandırmaya çalışanların bu hilesini açığa çıkarmak gıybet olmuyor, dinin emrini bildirmek oluyor. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi]

(Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym]

(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'anı gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]

Bu hadis-i şerifler de gösteriyor ki, kötülük edenlerin, bid’at ehlinin yanlışlarını açıklamak gıybet değil, dinin emridir. Dinin bu emrini yapmaya çalışanları kötülemek de yanlıştır.

Bölücüleri dışlamak ve lanetlemek
Reşat Halife’ye elçi [Peygamber] diyen mürted birisi bir Müslümana şunları diyor:
(Dünyada bir milyar Müslüman var deniyor da; ama siz grupları dışlıyorsunuz. Vehhabilere, rafizilere, haricilere, mutezileye, cebriyeye sapık diyorsunuz, bunları düştünüz mü bu sayıdan? Bahaileri, Kadiyanileri, Mason Afganicileri de düştünüz mü bu sayıdan? Irkçılar, kafatasçılar da sapık sayılır, silin onları da. Peygamber Reşat Halife taraftarlarını bu rakamdan düştünüz mü?
Ülkemizde birçok ateist, mason var, bunları da düştünüz mü? Peki milyonlarca fahişe ve homo var, sapık diye bunları da düştünüz mü? Eeee kim kaldı, kaç kişi kaldı biliyor musunuz? sadece siz... yani bir kişi... Bir siz Müslümansınız, öyle mi?)
CEVAP
Bu mürted, bu yazıyı grupları savunmak için yazmadı. Amacı, Reşat Halife’yi savunmak. Bâtıl ehlinin değişmez taktikleri vardır. Mesela militan komünistler, (Hazret-i Ali, Fatih Sultan Mehmed ve Mao gibi büyükleri kötülemek yanlış olur) derler. Maksatları Hazret-i Ali ve Fatih Sultan değildir. Mao’yu övmek için böyle numara yapıyorlar. Bu 19 cular da, Reşat Halife’yi övmek için güya diğer grupları savunuyormuş rolüne giriyorlar. Yoksa kendi aralarında, bütün grupları cahillikle, Resulullaha, hadislere uymakla suçluyorlar. Web Siteleri meydanda. Bölücülük, bozgunculuk yapıyorlar. Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerimde bozguncular lanetleniyor. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25]

(Allah ve Resulünü incitenlere, Allah lanet etmiştir.) [Ahzab 57]

(Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara159]

(Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44]

(Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve inkârcılara, ebedi kalacakları Cehennem ateşini hazırlamıştır. Allah bunlara lanet etsin!) [Tevbe 68]

(Hep birlikte Allah’ın ipine [İslamiyet’e] sımsıkı yapışın; parçalanmayın, bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman iken, O, gönüllerinizi birleştirip nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken de oradan sizi kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.) [Al-i İmran 103]

Görüldüğü gibi yukarıdaki âyetlerde (Birlik olun, parçalanmayın, bölünmeyin) ve (Bozgunculuk yapmayın, bozgunculuk yapanlara Allah lanet etsin) buyuruluyor. Resulü de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak 72’si Cehenneme gidecek) buyuruyor. (Tirmizi)

Demek ki sapıklara sapık demek Allah’ın ve Resulünün emridir. Birbirine zıt bu kadar fırka var. Hepsinin de doğru olduğu nasıl söylenebilir? Hatta bu fırkaların hepsinin doğru olduğunu söylemek Allah ve Resulünü yalancı çıkarmak olur. Allahü teâlâ (Fırkalara ayrılmayın) buyuruyor. Resulü, ayrılacak olan 72 fırkanın sapık olduğunu ve hepsinin de Cehenneme gideceğini bildiriyor.

Sapığa sapık, kâfire kafir denmez mi? Peygamberim diyen Reşat halifeye zındık dedirtmemek için ne numaralar çekiliyor, yapmadıkları hile kalmıyor. Kur’an-ı kerimde, (Kur'anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9], (Allah’ın kelamını [Kur'anını] kimse değiştiremez.) [Enam 115] buyurulduğu halde, Reşat Halife isimli zındık, (Tevbe suresinin son iki âyeti sonradan ilavedir) diye Allah’ı yalancı çıkarmaya çalışıyor. Bu 19 cuların oyunlarını iyi tespit etmek gerekiyor.

Önce temel bilgi gerekir
Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış görüşlerinin neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir arkadaşımız var. İbni Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u, Kardavi’yi veya daha başkalarını soruyorlar.

Bunların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için verilecek cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok. Cevap olarak onlar mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için, vehhabilerden duyduklarını tekrarlayıp, “Âlimin mezhebi mi olur, Eshabın mezhebi mi vardı” diyeceklerdir. Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine onların etkisiyle, papağan gibi ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete inanmak şirk” diyeceklerdir. O sapıklar, “Allah’a inanan herkes, Cennete gidecektir” diyorlar, Hıristiyan ve Yahudileri de Cennete sokuyorlar desek, doğrusu da öyle değil mi diyeceklerdir. Bunun gibi yüzlerce şey söylense verecekleri cevaplar aynıdır. Çünkü din düşmanları onları papağan haline getirmiştir. Bu acı durumlardan kurtulmak için önce temel din bilgilerini bilmek gerekir.

İman nedir? Hak din hangisi? Mezhep ve mezhepsizlik nedir? Mucize ve keramet nedir? Bunları doğru olarak bilenin Ehl-i sünnet olduğu anlaşılır. Bunları bilene, sapıkların sapıklığını anlatmak kolaydır. (İbni Teymiye, Cehennemin ebedi olduğunu inkâr eden bir mezhepsiz) dersek kolayca anlar. Muhatabımız Ehl-i sünnet değilse böyle söylememizin hiçbir kıymeti kalmaz.

Bir örnek verelim. Mesela imanı anlatalım:
Amentü’deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Yani bu altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir. Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır. Elimizde sağlam ölçü vardır. Ehl-i sünnete göre iman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Ancak böyle inananlar Ehl-i sünnettir.

Amentü’deki bu altı esasa inanan kimse, bilir ki, Yahudiler de Hıristiyanlar da, her peygambere ve her semavi kitaba inanmazlar, mesela Muhammed aleyhisselamı Peygamber ve Kur’an-ı kerimi semavi kitap kabul etmezler. Peki bunlara iman sahibi demek mümkün mü? Elimizdeki sağlam ölçüye uymamaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yahudilik ve Hıristiyanlık hak din denmiyor, aksine, (Onları dost edinenin Allah’ın düşmanı) olduğu bildiriliyor. Amentü’yü Ehl-i sünnet gibi inanana imanı anlatmak kolaydır. Amentü’ye inanmayana da sözümüz yoktur. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanması demektir. Bu bilgileri araştırıp anlamak gerekmez. (Hadika)

İmam-ı Rabbani
hazretleri de buyurdu ki:
İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (2/67)

Diğer hususlar da iman örneğindeki gibidir. Ehl-i sünnete uymayan kitap ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete veya altın kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya görünüşüne aldanıp, sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.


Mezhepsizlerin taktikleri
Sual:
Mezhepsizleri iyi tanıyabilmek için onların taktiklerini bilmemiz iyi olmaz mı? Bu taktiklerden önemlileri nelerdir?
CEVAP
Doğru bilinirse yanlış meydana çıkar. Doğru tektir, yanlış çoktur. İlim öğrenmek için yanlışları değil, doğruyu öğrenmek gerekir. İki noktadan ancak bir doğru geçer. Sayısız eğri çizgiler çizilebilir. Eğriyi öğrenmek lüzumsuz. Çünkü doğru bilinince ondan başka her şeyin yanlış olduğu meydana çıkar. İmanın şartının altı olduğu öğrenilince, beş veya yedi diyenlerin yanlış olduğu kendiliğinden meydana çıkar.

Ehli bid’atin taktiklerinden bazıları şöyledir:

1- Herhangi bid’at ehli, birini büyük bir zat olarak takdim edebilmek için, büyük zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela şöyle derler:
(Ebu Hanife, imam ibni Teymiye ve Gazzali gibi büyük zatlara dil uzatılmaz.) [Burada sapık ibni Teymiye iki büyük zat arasına konmuştur.]

Bir Maocu da aynı taktikle şöyle demişti:
(Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli.)

2-
Hurafeleri sayıp araya sünnet olanları katarlar. Mesela derler ki:
(Yatırlara çaput bağlamak, mum dikmek ve ölü için Kur’an okumak hurafedir.)

Çaput bağlamak, mum dikmek caiz değil ama, ölü için Kur’an okumak sünnettir. Mason Abduh gibi reform istiyorum diyen şair de aynı teraneyi okur:
(Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için, ne de kabirde okumak için.)
Görüyorsunuz aynı taktik. Elbette Kur’an-ı kerim fal bakmak için inmedi, ama ölülere okunmasını Resulullah efendimiz defalarca bildirdi.

Evliyadan yardım istemeye karşı çıkarak yatırdaki evliya zata leş diyor:
(Bu hakkı ne taştan, ne de leşten istemeli.)
Burada da taşın yanı sıra asıl maksadını bildiriyor.

3- Rahmet için söylenmiş farklı hadis-i şerifleri bahane edip diyorlar ki:
(Peygamber bir öyle bir böyle söylemez, onun için hadisler bize delil olamaz. Kur’andan başkasına bağlanmamak gerekir.)

4-
Mezhepler arasındaki rahmet olan farklı ictihadı bahane edip, sapıkların sözlerinin de bir ictihad olduğunu söylüyorlar:
(Şeyhülislam ibni Teymiye’nin de, imam Şevkani’nin de farklı ictihadları tenkit edilmemeli.)

5-
Hakiki İslam âlimlerini gözden düşürmek için şöyle diyorlar:
(Her âlim bir şey söylüyor, hangisinin doğru olduğunu nereden bilelim. Onun için yalnız Kur’ana uymak lazım.)

6-
Tesettürün aleyhine konuşurlar. Kapanmayı emreden açık bir âyet yok derler. Mevcut âyetleri de değiştirerek şöyle diyorlar:
(Allah başınızı örtün demiyor, yakanızı göğsünüzü örtün diyor.)

7-
Namazdaki tesettürü inkâr edip şöyle diyorlar:
(Allah her şeyi görür. Onun için hiçbir şey perde olmaz. Karanlıkta da görür, elbiseli iken de görür. Onun için, kimse yok iken namazı çıplak kılmanın mahzuru olmaz.)

8-
Dini hükümleri bozmaya çalışıp diyorlar ki:
(Kur’anda sadece inek ve koyun kurban edilir demiyor, balıktan da olur horozdan da olur, herkes gücünün yettiğini keser.)

9-
Ezanı ve namazı bozmak için Türkçe yapılmasını isteyerek diyorlar ki:
(Anlamadan yapılan ibadetin faydası olmaz. Ezanda da, namazda da her millet kendi dilini esas almalıdır.)

10-
Dinde reform yapmak, yani dini değiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Diyorlar ki:
(Zaman sana uymazsa sen zaman uy demişler. Luther’i örnek alarak dinin zamana uymayan yönlerini değiştirmek gerekir.)

Bunların oyununa gelmemelidir.

Sual: Hasan Sabbah'ın bâtıni fırkası, Şiiliğin bir kolu olan İsmailiyye fırkasından mı çıkmıştır?
CEVAP
İsmailiyye fırkası; “Kur'ânın zahiri olduğu gibi, bâtını da vardır. Bâtın yanında zahir, cevizin içi yanında kabuğu gibidir. Zahirde olan emirlere, yasaklara uyan ne kazanırsa, bâtına uyan kimse, bunları zahmetsizce kazanır. İbadet yaparak sıkıntı çekmesine lüzum kalmaz” derler.

Allahü teâlânın emirlerine uydurma manalar verirler. Abdest almak, imamı sevmektir, namaz kılmak, Peygamber demektir. Çünkü, Kur’ân-ı kerimde, Ankebut suresi 45. âyetinde meâlen;

(Namaz, insanı kötü, çirkin şeylerden alıkor) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, Peygamberi göstermektedir, derler. Cünüp olmak, gizlemek lazım olan şeyleri, yabancılara duyurmak, gusül, yeniden söz vermek, zekât, din bilgisi ile, nefsi temizlemektir derler.

Cennet, ibadet zahmetlerinden kurtulmak, Cehennem de, haramlardan kaçınmanın ateşidir gibi akla ve dine sığmayan saçmalıklar söylerler.

Nizâmülmülk ile şair Ömer Hayyam'ın talebelik arkadaşı olan Hasan Sabbah, m. 1081 yılında Rey şehrinde İsmailiyye Devleti'ni kurunca, kendine "zamanın imamı" deyip, Ehl-i sünneti, zorla kendi fırkasına soktu. Kendisi ve devletinin sonu olan m. 1255 senesine kadar gelen adamları, inanışlarını, devrimlerini kabul ettirmek için, pek çok zulüm, işkence yaptılar. Doğru yolu söyleyen Ehl-i sünnet âlimlerini zindanlarda çürüttüler, şehit ettiler.

Cahillere kitap okumayı, kültürlü olanlara da, eski kitapları okumayı yasak ederler. Böylece bozuk yolda olduklarını, kötülüklerini örtmek isterler. Eski Yunan felsefesini severler. Din bilgileri ile alay ederler.

Bunların bir ismi de Karâmita'dır. Çünkü, Bağdat civarında, Vasıt köyünden çıkan Hamdân Kurmut isminde biri, m. 891 yılında Karâmita Devleti'ni kurdu ve Ehl-i sünnete çok işkence yaparak Müslümanları İsmailiyye fırkasına sokmaya zorladı. Necit'e yerleştiler. M. 929 yılında reisleri olan Ebû Tahir, Mekke'yi basıp binlerce hacıyı kesti. Hazineyi ve evleri yağma etti. Hacer-i esvedi yerinden söküp, başşehirleri olan Basra civarındaki Hecr şehrine götürdüler. Bu mübarek taş, yirmi iki sene Karâmitîler'in elinde kaldı. Devletleri h. 328 yılında bozularak, Müslümanlar büyük bir beladan kurtuldu.

Sual: Bidat fırkalarının, Peygamber efendimizin ve ilk Müslümanların bildirdiği doğru yoldan ayrılmalarının sebebi ne idi?
CEVAP
Ehl-i sünnet İslam âlimleri, kelâm, iman bilgilerinde, müteşâbih yani manası açıkça anlaşılamayan, ayrıca tefsire, izaha muhtaç olan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin açıklamalarında, yalnız Resulullah efendimizin sözlerine ve Eshâb-ı kiramın  ictihatlarına uymuşlar, eski felsefecilerin bunlara uymayan fikirlerini reddetmişler, böylece İslâm dinini, hıristiyanlık gibi bozulmaktan korumuşlardır. Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kiramın yolundan ayrılanlar ise, felsefecilerin her sözlerinin doğru olacağını zannederek, bu felsefecilere teslim olmuşlar ve böylece Mu'tezile ve benzeri bozuk fırkalar meydana gelmiştir. Peygamber efendimiz islamiyette yetmişiki bozuk fırkanın hasıl olacağını haber vermiştir. Yunan, Hint, Fars, Latin felsefelerinden ilham alan, İbni Sinâ, Fârâbî, İbni Tufeyl, İbni Rüşd, İbni Bâce gibi filozoflar zuhur ederek, bazı bilgilerde Kur'ân-ı kerimin hak yolundan ayrılmışlardır.

İmâm-ı Gazâlî hazretleri Rumca öğrenerek eski Yunan felsefesini incelemiş, doğru bulmadığı yerlerini reddetmiştir. Hârûnürreşîd hazretleri zamanında İslam ilimlerine karıştırılan felsefe, Montesquieu, Spinoza gibi filozoflara rehberlik etmiş, bunlar "Farabius" adını verdikleri Fârâbî'nin tesiri altında kaldıklarını açıkça itiraf etmişlerdir.

İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretleri yetmişiki fırkadan ilk zuhur eden Şii fırkasının Dâî'leri ile mücadele etti. Dâî'ler, Kur'ân-ı kerimin bir içyüzü, bâtını, bir de dış yüzü zâhiri olduğunu iddia ettiler. Bunlara "Bâtınî" fırkası ismi verilmiştir. İmâm-ı Gazâlî  hazretleri bunların felsefelerini kolayca yıktı. Bâtınîler bu mağlubiyetten sonra, İslamiyetten daha çok ayrıldılar. Manaları açık olmayan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek Mülhid, dinsiz oldular. Siyasi maksatları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki Ehl-i sünnet Müslümanların başına bela oldular.


www.ailevekadin.com