Evliya zatlara derece tayin etmek
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Yolumuzun başı, ortası, sonu edeptir. Hiçbir edebsiz, Allah’ın sevgili kulu olamaz) buyuruyor. Bağdat'a uzak bir yerde yaşayan bir talebe, Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerini çok seven, hep ondan anlatan hocasına gelip der ki:

- Efendim, evdeki kitaplığımda büyüklerimizin kitapları var. Mesela İmam-ı Rabbânî hazretlerinin ve oğlu Muhammed Mâsum hazretlerinin Mektubat'ı var, Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin İtikadnâme kitabı var. Bunları dizerken veya okuyup birbirinin üstüne koyarken, İmam-ı Rabbânî hazretleri daha büyük diye, Mektubat'ı üste koyuyorum, sonra oğlunun Mektubat'ını koyuyorum ondan sonra da Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin kitabını koyuyorum. İçimde bir sıkıntı olduğu için soruyorum. Acaba, bu yaptığım doğru mu?

Hocası der ki:
- Bu büyüklere derece tayin etmek, bu daha büyük demek, kimsenin haddi değildir. Bir tek şunu biliyoruz: Hepsinin kalbinde, Peygamber efendimizin mübarek kalbindeki emanetlerin bulunduğunu söyleriz, daha fazlasını bilmeyiz. Büyüklerin meydanında küçüklerin işi olmaz. Bu din, edep dini, haddini bilme dinidir. Herkes haddini bilmelidir. Şimdi zamanın büyüğü, Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretleridir. Biz, dinimizi ondan öğrendik. Bu büyükleri bize o tanıttı, o sevdirdi. O mübarek zatların kitaplarını açıklayıp bize vermişse, (Bu kitapları okuyun, evinizde sadece bunları bulundurun!) demişse, artık o kitaplar bizim için Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin kitabı olmuş olur. Böyle olunca da, hocamızın kitapları arasında da ayrım yapmak, yani bu kitabı daha kıymetli diyerek bir kitabı diğerlerinin üstüne koymak, ayrı bir edepsizlik olur. İmam-ı Rabbânî hazretlerine, Muhammed Masum hazretlerine ve bütün büyüklere giden yol, şimdi, Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin mübarek kalbinden geçer. Bu kalbden geçmeyen, hiçbir büyükten istifade edemez. İstifade edemediği gibi, aynı zamanda suç işlemiş olur. O andaki yetkiliyi kabul etmemiş, kusurlu görmüş olur. Niyetine göre felakete bile gider. Çünkü vârise ne yapılsa, Peygamber efendimize gider.

Demek ki, bugün hocamızın kitapları arasında da ayrım yapmak, mesela daha kıymetli diyerek, Mektubat Tercümesi’ni, Tam İlmihâl’in üstüne koymak da yanlış olur. Biz evliya zatlara da, kitaplarına da derece tayin edemeyiz.

Büyük zatları inkâr etmek felakettir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslümanlar bir araya geldikleri zaman, bilseler de bilmeseler de, anlasalar da anlamasalar da, konuşsalar da konuşmasalar da, kalbden kalbe, tıpkı bileşik kaplarda olduğu gibi, durdurulamayan bir akım başlar. Bu, fizik kaidesi gibi bir şeydir. Dolayısıyla daima, salih Müslümanlarla beraber olmalıdır. Aynı büyük zata bağlı olanlarla bir araya gelince, hepsi istifade ederler.

Bu istifade, sadece iki sınıf insana nasip olmaz: 1- Hocasının büyüklüğünü inkâr eden. 2- Hocasını imtihan eden.

İnkâr, herhangi bir yazısını, işini veya sözünü kabul etmemektir. İmtihan ise, (Böyle anlatıyor, böyle yazıyor ama acaba doğru mu, işin aslı sanki başka türlü) diyerek, hocasının sözünün veya yazısının doğruluğunda şüphe etmektir. Zerre kadar inkâr veya imtihan, sigortayı attırır, irtibatı keser. Kişi, dalalete sürüklenir.

Büyük zatların, insanlık sıfatlarından ötürü unutarak veya yanılarak yaptıkları bir hata, bizim bin senelik sevabımızdan, isabetli icraatlarımızdan, çok daha hayırlıdır. Nitekim Ebu Bekr-i Sıddîk hazretleri, (Her şeyimi, Resulullah'ın bir yanılmasına değişirdim ve kârlı çıkardım) buyurmuştur.

Dünyada en zor şey, büyüklere soru sormaktır. Çünkü sorulan sualde imtihan kokusu varsa veya büyüklerin çok önemli gördüğü şeylere hiç önem verilmezse, büyükler incinir. Bu ise, kişinin felaketine sebep olur. Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri, (Bundan önceki ümmetlerin helak olmalarının bir sebebi de, Peygamberlerine imtihan kastıyla sorular sormalarıydı) buyuruyor. Hem sorarlar, hem de sorduktan sonra, (Evet ama şöyle yapsak daha iyi olmaz mı?) derlerdi. Allahü teâlâ, hepsini helak etti. (Mademki o söyledi, elbette doğru söyledi) inancında olmak lazımdır. Zerre kadar şüphe etmek, felakettir.

Dolayısıyla, büyüklere yaklaşmak, dondurucu soğukta ateşe yaklaşmak gibidir. Uzakta kalan donar. Çok yaklaşan yanar. İkisi de felakettir. Ne yanmalı, ne donmalı. Bunun çaresi, mesafeyi iyi ayarlamaktır. Mesafeyi iyi ayarlayan, güzelce ısınır.

Bahçıvan, birkaç gül yetiştirmek için, mecburen binlerce dikeni de beraberinde besler. İşte büyükler de bir bahçıvan gibidir. Etrafları çok kalabalık olur, ama onlardan istifade ederek kurtulan azdır. O bakımdan, herkes çok dikkatli olup, gül olmaya çalışmalı ve diken olmaktan sakınmalıdır.

Üç şeyi yerine getiren, kalbe girer

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Resulullah efendimizin vârisi olan İmam-ı Rabbânî, Hâlid-i Bağdâdî, Abdülhakîm Arvâsî hazretleri gibi büyüklere tâbi olmak, onlara uymak gibi hiçbir üstünlük yoktur ve olamaz. Bu büyükleri tanımak, sevmek ve onlara uymak, bütün dünya ve âhiret nimetlerinden daha kıymetlidir. Çünkü Cennetin kapısı, âriflerin kalbidir. Onların kalbi, silsile yoluyla Peygamber efendimize bağlıdır. Onlar razı olursa, Peygamber efendimiz de razı olur. Resulullah'ın razı olduğundan Allahü teâlâ da razı olur.

Büyüklerden istifade etmenin iki yolu vardır: Ya onların kalbine girilir yahut da onlar kalbe konur. Bunlardan ikincisi zordur. Çünkü kalbler kirlidir, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisiyle doludur. Onun için en iyisi, razı oldukları işleri yaparak, onların mübarek kalbine girmektir. Onların sevgisini ve ilgisini ele geçiren, saadete kavuşur. Onların kalbine devamlı feyz geldiği için, o kalbde olanlar da o feyze kavuşurlar. Çalışırken, gezerken, uyurken, yerken, içerken, insanın hiç haberi olmadan Allahü teâlâ müthiş sevablar ihsan eder, müthiş dereceler verir, birçok günahları da affeder. Bunların hepsi, kalbine girilen o mübarek zat sayesindedir.

Merhum Hocamız, (Kim bu üç şeyi yerine getirirse bizim kalbimizde yeri vardır) buyuruyor:
1- Kitaplarımızı okuyan.
Çünkü onlar bizim şahsımıza ait değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarıdır.

2- Bu kitapları okutan, yayan.
Çünkü eğer cihad etmezsek başımıza felaket gelir. Cihad edecek hâlimiz yok. Ama bir kitap verebiliriz. Kitap veremiyorsak, verenleri destekleriz. Eğer bu da mümkün değilse, hiç olmazsa duayla bu hizmete iştirak ederiz. O hâlde, İslamiyet’e hizmet etmemek için herhangi bir bahane yoktur. Yeter ki içimizde ateş olsun!

3- Birbirini seven ve birlik beraberlik içinde olan.
Herkes âhirette sevdikleriyle beraber olacaktır. Peki, biz kiminle beraber olacağız? Büyüklerle beraber olmanın şartları vardır. Eğer kitapları okumazsak, başkalarının okumalarına da vesile olmazsak ve beraber hizmet ettiğimiz din kardeşimizi büyüklerin talebesi olarak görmüyorsak, o büyükler bizi nasıl yanlarına alsınlar? O hâlde yapılacak iş, nefsimizi ayaklarımızın altına alıp, din kardeşlerimizi aziz tutmaktır.

www.ailevekadin.com