Kâbe yerine Horasan’a gitmek
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Okyanusun ortasındayken karayı bulmak çok zordur. Hele bir de yanlış yol gösterenler çoksa, insan mahvolur. Biz çok şanslıyız. Ehl-i sünnet âlimleri, bizi öyle bir yola sokmuş ki, nefsimize ve şeytana uyup bu yoldan ayrılmazsak, sâlimen karaya çıkarız. Peygamber efendimiz, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri kurtulacak, yetmiş ikisi Cehenneme gidecektir) buyuruyor. Hangi konuda olursa olsun, birinin sözüne kanarak bu yoldan ayrılırsak, felaket olur. Hacca gitmek için yola çıkan bir adam, yolu yanlış birine sorup onun sözüne inanarak, Kâbe yerine Horasan’a gitmiş. Oradakiler, (Burası Horasan!) deyince, adam tam ters istikamete yürüdüğünü anlamış, ama ne Kâbe’ye gidecek takati, ne de ömrü kalmış.

Burada Kâbe, mecazidir, Allahü teâlânın rızası demektir. İnsan sokakta rast geldiği bir adama, (Allahü teâlânın rızası nerede?) diye sorar mı? Âhir zaman çok tehlikeli bir zamandır. Ehliyetsiz kişilere sorarak, bunlara inanarak hareket edenler, bu kişilerle beraber Cehenneme gidecektir. Ufak bir rüzgârda sönebilecek bir mum ışığı gibi olan imanımızın devamı için çok dikkat etmeliyiz. Bir yerimiz ağrısa, üç günlük dünyada rahat yaşamak maksadıyla, tedavi edici ilacı bulmak için, sayısız doktora gidiyoruz. Hâlbuki sonsuz hayat için daha dikkatli olmak gerekir.

Allahü teâlânın rızasına giden doğru yolu bulunca, aklı bırakıp o yola tâbi olmak lazımdır. Evet, doğruyu bulana, hakikati görene kadar akıl lazımdır. Fakat doğruyu bulduktan sonra hâlâ akla tâbi olmak, kendi nefsine uymaktır. Eğer akılla hareket edilmesi gerekseydi, peygamberlerin gelmesine gerek kalmazdı. Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, (Hocama kavuşunca, aklımı bırakıp kurtuldum) buyuruyor.

Dini öğretecek kişinin, icazetli Allah adamı olması lazımdır. Böyle bir Allah adamı, ihlâslı olup, dünya peşinde koşmayan âlimdir. Allah adamı olmayan birine sorularak yapılan işler, yanlış ilaç almış hastanın hâline benzer. O yanlış ilacı içtikçe hastalığı daha çok artar. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için danışılacak Allah adamları yaratmıştır. Onlara danışmalı, danıştıktan sonra da, artık kendi aklımızla hareket etmemiz yanlış olur.

Hakiki âlim ile sahtesinin farkı

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Cahiller, ölüyü diriltip mezardan çıkarmayı büyük keramet sanır. Evliya zatlar ise ölü kalbleri diriltmeye, yani insanları kâfirlikten kurtarmaya ve hasta ruhları tedavi etmeye önem verir.

Hace Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
(İnsanların çoğu ölüleri dirilteni büyük bilir. Allahü teâlâya yakın olanlar, bunu yapmak istemeyip, ölü ruhları diriltmişler, talebenin ölü kalblerini diriltmeye çalışmışlardır. Doğrusu da, kalbleri ve ruhları diriltmek yanında, mezardaki ölüleri diriltmenin hiç kıymeti yoktur. Hattâ abes yani faydasız şeyle vakit kaybetmek olur. Çünkü ölüyü diriltmek, ona birkaç günlük ömür kazandırır. Kalblerin diriltilmesi ise, sonsuz Cennet hayatına kavuşturur.

Zaten Allahü teâlâya yakın olanların vücutları keramettir. İnsanları Allahü teâlâya davet etmeleri, Allahü teâlânın rahmetlerinden bir rahmettir. Ölü kalbleri diriltmesi, harikaların en büyüğüdür.

İnsanların selameti, onların varlığı iledir. Mahlûkların en kıymetlisi onlardır. Onların sözleri şifadır. Allahü teâlânın ihsanları, onların bulunduğu yerden eksik olmaz. Yanlarında bulunanların sonu kötü olmaz. Onları tanıyanlar mahrum kalmaz.)

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(O büyükleri, yalancılardan ayıran farkların en açığı, yanlarında bulunanların kalblerinde, Allahü teâlânın korkusu ve sevgisi hâsıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır. Evliya zatla münasebeti olanlarda, bu alametler hâsıl olur.)

O hâlde, hakiki bir mürşid-i kâmille sahtesi arasında iki fark vardır:
1- Hakiki bir mürşid-i kâmil, insanları kendisine değil, İslamiyet’e çağırır. Kendisinin mürşid-i kâmil olduğundan bahsetmeye de ihtiyaç duymaz. Peygamber efendimizi, Kur’ân-ı kerimi, yani İslamiyet’i anlatmak varken, bir kimsenin kendinden bahsetmesi, kendine ait bir şeyle ortaya çıkması, sahtekârlık olur.

2- Hakiki bir mürşid-i kâmille beraber olanların kalblerine mutlaka Allah sevgisi ve Allah korkusu gelir. Dünyaya karşı soğukluk, âhirete karşı sıcaklık hisseder.

Bu iki vasıf bulunmayan kimsenin mürşid-i kâmil olmadığı anlaşılır.

www.ailevekadin.com