Fitnecilere en güzel cevap
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Fitne uzakta değil, hemen bu kapının yanındadır. Burası öyle müstesna bir yer, bu hizmetler öyle kıymetli ki, elbette düşmanı çok olacak. En başta şeytan ve nefsimiz, ondan sonra da mutlaka fitneciler, çekemeyenler olacak. Buna fırsat vermemek bizim elimizde. İki kişi, bir üçüncüsünün gıybetini yapmak için ağzını açarsa, şeytan onların üçüncüsü olur. Oraya yetişir ve hemen lafa karışır, başlar iki tarafı da birbirine kötülemeye, ondan sonra orada kalp kırıklığı olur, günah olur, üzüntü olur, kavga olur, huzursuzluk olur, felaketin her türlüsü olur. Onun için biri başkasının hakkında ağzını açıp gıybete başladığı anda, biri diğerine sus kardeşim derse, yüz şehit sevabı kazanır.

Haset edenler, merhum hocamızın aleyhinde, onun büyüklüğü hakkında hâlâ her gün laf ediyorlar, müstear isimlerle yazılar gönderiyorlar. Kim ne derse desin, bu zatın büyüklüğünü bütün dünya tescil ediyor. Kim olduğunu biz de biliyoruz, bütün dünya da biliyor. Nasip meselesi! Resulullah efendimizi gördükleri hâlde, Ebu Cehil gibiler, iman etmediler, isyan ettiler. Bütün büyüklerin kaderinde bu var. Bazı arkadaşlarımız da hiddetlenip cevap veriyorlar. Onlara verilecek en güzel cevap bu kitaplar, bu hizmetler ile bizim birlik ve beraberliğimizdir. Biz, burada böyle bir arada oldukça, bu kitaplar da, her sene milyonlarca yayılmaya devam ettikçe, başka cevaba lüzum yok. Ahmağa cevap verilmez! Resulullah efendimiz mübarek, kendi peygamberlik hâliyle anlattı da yine herkes inanmadı. Dolayısıyla bizim kendi aklımızla vereceğimiz cevabın bir kıymeti olmaz.

Bu yolda, bu hizmetlerde, mutlaka soya sopa bakılmaz. Nuh aleyhisselamın oğlu, tufandan önce, (Biz dağa çıkar, kurtuluruz) dedi. Sonunda boğuldu. Bu, Peygamber oğlu. Dolayısıyla babam, dedem şuydu, bunların hiç önemi yok. Neye iman ettiğimize, kimle beraber olduğumuza bakarlar.

Bir gün biri gelmiş, büyük bir zata sormuş, (Sizin yolunuzun ne özelliği var? Ben her grubu tanırım, bilirim. Sizinkinin farkı ne?) demiş. O zat da, (Herkes, “Gel, ben seni Allah’a kavuşturayım” diyor. Biz ise, “Gel, büyük zatlara tâbi olarak beraber kavuşalım” diyoruz) diye cevap vermiş. İşte bizim farkımız da budur. Biz de böyle cevap vermeliyiz. Yani hedef tahtası değil, doğru yolu gösteren yol levhası olmalıyız.

Sevgi, birlik beraberlik ve kitaplar
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Hazret-i Ali radıyallahü anh, (Günahsız geçirilen her gün bayramdır) buyuruyor. Peki, bu nasıl mümkün olur? Müminler bir araya geldiği zaman, sadece Allah rızası için birbirlerinin yüzüne muhabbetle yani sevgiyle baksalar, Cenab-ı Hak, bütün günahlarını affeder. İşte o zaman gerçek bayram olur. Yoksa kendi kendimize bayram olmaz.

Merhum hocamız, her bayram sohbetinde muhabbetten, birbirimizi sevmekten, birlik ve beraberlikten, kitaplardan, bu nimetin şükrünü eda edip kıymetini bilmekten bahsederdi. Başka bir şey yok. Biz de aynısını söylüyoruz, çünkü doğru değişmez, gelene göre, cemaate göre değişmez.

Yine bir bayram sohbetinde şöyle buyurmuşlardı:
(Bugünlerin, bir arada olmanın kıymetini bilelim. Allahü teâlâ, kahhar sıfatıyla tecelli ettiği bu zamanda bize öyle bir nimet verdi ki, bunun şükrünü eda etmekten aciziz. Küfrün yayıldığı, imanın unutulduğu zamanda, dinine hizmet nimetini bize verdi. Sizin gibi mücahid kardeşlerimizin olduğu bir yerde, sizin alıp verdiğiniz nefesi solumakla şereflendiğim için bahtiyarım.)

Bunu duyduktan sonra insan, başka dert, üzüntü düşünürse, tam sopalık demektir.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, (30 sene İstanbul camilerinde imanı anlattım. Anlayan üçü beşi geçmedi) buyuruyor. Öğrenen değil, anlayan diyorlar. Yani hakiki mânâda imanı anlayan, ölümün hakikatini anlayan, kul hakkının ne demek olduğunu anlayan, ayaklarını uzatıp yatamaz, kalb kıramaz, günah işleyemez.

Böyle bir zamanda, imanın unutulduğu bir zamanda, Allahü teâlâ, bize üç büyük nimet nasip etti:
1- O büyükleri tanımayı,
2- Onların yolunda, dinine doğru olarak hizmet etmeyi,
3- Bir arada, birlik ve beraberlik içinde olmayı.

İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Maksadınız mabudunuzdur) buyuruyorlar. Bizim maksadımız, büyüklerin rızasına kavuşmak, çünkü bizi Cenab-ı Hakkın affına ve rızasına kavuşturacak tek yol odur. Büyüklerin rızasına kavuşmanın da iki yolu var:
Kitapları okumak ve bir arada bulunmak. Kitapları okumak da yetmez. Doğru anlamak da önemli. Okuduktan sonra dönüp soracağız birbirimize, sen ne anladın, nasıl amel ettin diye. Birbirimize böyle yardımcı olacağız.

Dünyada Cennet hayatı yaşıyoruz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Doğru iman sahibi olmak, büyük zatları sevmek ve onların yolunda dine hizmet etmek nasip meselesidir. Yani bu nimete kavuşanlar seçilmiş kimselerdir. Bunun nesep ile, kadro veya bordro ile ilgisi yoktur. Yani bu hizmetlere katılmak için illa buralarda maaşlı çalışmak da şart değildir.

Bu yolda mutlaka sıkıntılar olur, fitneler olur, bu yolun kaderi bu. Hem çok şükredeceğiz, hem de sıkıntılara sabredeceğiz. Başka çaremiz yok. Allahü teâlâ, (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın) buyuruyor. Böyle bir ikazdan sonra bizim şikâyet edecek hiçbir şeyimiz yok.

Bu yolu bize tanıtan büyüklerimize talebe olmaya, onları anlamaya, peşinden gitmeye çalışıyoruz. Zaten büyüklük orada, hakiki saadet orada! Bunun hasedini yapanlara da diyecek bir şey yok. Bu bir paye, makam değil. Bu bir yarış, hizmet yarışı, talebelik yarışı, iman yarışı. Merhum hocamızın el yazılı vasiyeti var. (İnşallah havz-ı Kevser’de buluşuruz) buyuruyorlar. Lâyık olursak orada buluşmaya söz veriyorlar. Aklı olan o topluluğun içinde olmaya çalışır. Başka yerde olmaya çalışmaz.

Birbirimize Allah rızası için muhabbetle bakalım. Mümin, mümine Allah rızası için muhabbetle bakarsa günahları affolur. İkincisi, kalbi temizlenir, dünyayı unutur, muhabbeti artar. Büyüklerimiz razı olur, dua eder, onlar razı olursa, hocaları razı olur, dua eder. Böylece Resulullah efendimize kadar gider. O razı olunca da Allahü teâlâ razı olur, affeder ve Cennetine koyar.

Dışarıdaki bütün zulmete, küfre, fitneye ve sıkıntılara rağmen elhamdülillah çok rahatız. Merhum hocamız yüzlerce defa, (Biz doğru iman sahibi olduğumuz ve Allah’ın dinine hizmet ettiğimiz için, dünyada Cennet hayatı yaşıyoruz) buyurdular. Onun için çok şükredeceğiz ve çok yalvaracağız. (Yâ Rabbî! Bu nimeti elimizden alma!) diye dua edeceğiz. Sonra da, bu nimet elden gitmesin diye çalışacağız. Çalışmak için de, kitap okuyup bu kitapları dağıtacağız ve birbirimizi seveceğiz.

(Dua-i zahrul gayb icabete makrundur) buyuruyor. Yani birinin, bir başkası için, onun gıyabında, karşılıksız, menfaatsiz, tamamen Allah rızası için yaptığı dua kabul olur. Onun için, hem sebeplere yapışmalıyız, hem de birbirimize çok dua etmeliyiz.

www.ailevekadin.com