Vücudun her organı kıymetlidir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimize yapılan hizmette, herkes bir vücudun organları gibidir. Beyin çok iyi olsa, el, gövde veya ayak yoksa neye yarar? Bir vücudun bütün organları nasıl kıymetliyse, bu hizmetlerde çalışan her arkadaşın görevi kıymetlidir. Hiçbir arkadaş bir diğerine karşı üstünlük taslamamalı ve üstünlük iddiasında bulunmamalı.

(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Nasıl ki çoban sürüsünden sorumlu ise, siz de emriniz altındakilerden sorumlusunuz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, âmirlerin görev verdiği idareciler de sorumludur. Bir mücahidin yetişmesine sebep olmak yüzlerce kâfiri Müslüman yapmaktan daha sevabdır. Çalışanlara hizmetçi olmalı, âmirlik taslamamalı. Bir babanın evlatlarına, bir ağabeyin kardeşlerine karşı ne yapması gerekiyorsa, aynısını yapmalı. Büyüklerin rızası, sevgisi, birlik ve beraberliktedir. Ayırım yapandan razı olmazlar.

Onlara ihlâsla sahip çıkmalı, kendinden vazgeçip onları aziz etmeli. Çünkü maiyetini kollamayan, onun derdini kendi derdi kabul etmeyen ve büyüklere benzemeyen, nasıl başarılı olur? Büyüklerin yolunda olanın, onlara benzemesi lazımdır. Çünkü bu iş, büyüklerin işidir, onun işi değildir. Sadece ona emanet olarak verilmiştir.

İbadet Allah için yapılır
O hâlde kendimizi aradan çekip büyükleri temsil etmeliyiz. Din büyüklerinin, Müslümanlara karşı olan sıcak muamelesiyle, güler yüzüyle, tatlı diliyle, cömertliğiyle, fedakârlığıyla muamele etmelidir. Ne görüyorsak aynısını hattâ mümkünse daha fazlasını yapmalı. Bu hizmetlerin temelinde, mesai mefhumu, para arzusu yoktur. Bilakis ibadet vardır. İbadet, Allah için yapılır. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak da kalbden kalbe olur, vasıta olan hiçbir kalb atlanamaz. Büyükleri ve Peygamber efendimizi atlayarak, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşulmaz. Öncelikle, her şeyimizi borçlu olduğumuz Resulullah efendimizin vârisleri olan o kıymetli zatların rızasını almak gerekir.

Binaenaleyh, büyüklerin rızasını kazanmak, duasını almak için, kendimizden vazgeçmeliyiz. Bugüne kadarki huy ve ahlâkımızı bir tarafa bırakmalıyız. Büyüklerimizin arzu ettikleri gibi olmaya çalışmalıyız.

Karşılık, niyete göredir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Ameller niyetlere göredir) hadis-i şerifi, bütün işlerin, ibadetlerin, hizmetlerin, hepsinin niyete bağlı olduğunu göstermektedir. O niyetin karşılığı alınır. Niyet makbul ise, ancak o zaman o işe sevab verilir. Niyet bozuksa, o işlerin hepsi silinir gider. Bozuk niyetin günahı kalır. Haramlarda ise iyi niyete bakılmaz. İyi niyetle yapılsa da sevab alınmaz, yine günahtır.

Demek ki, iyi amellere verilecek karşılık, niyete göredir. İki kişi aynı ameli işler, karşılığı niyete göre değişir. İmamın arkasında, bir safta iki kişi yan yana namaz kılar, birinin niyeti hâlis, ötekininki hâlis değilse, ikisinin ibadeti arasında dağlar kadar fark olur. Hâlbuki görünüşte ikisi de aynıdır. Onun için merhum Hocamız buyururdu ki:
(Bizim niyetimiz, bütün dünyaya, bütün Müslümanlara hizmettir. Maksadımız hizmettir, sen ben davası değildir, müdürlüğün, başkanlığın hiç kıymeti yoktur. İş niyettedir, âmirlikte değil! Resulullah efendimiz, savaş için bir ordu hazırlamıştı. Ordunun başına azat edilmiş bir kölenin oğlu olan Üsame’yi emir yaptı. Emrinde, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer gibi Eshab-ı kiramın bütün büyükleri vardı. Hiçbiri, “Ama o çok genç, hem köle oğlu” demedi. Peygamber efendimizin vefatından sonra Müslümanların başına Hazret-i Ebu Bekir'i geçirdiler. O da yine Hazret-i Üsame’yi seçti, herkes ona itaat etti. Onun için verilen vazifeyi yapmalı. Emir yaparlarsa emirlik, er yaparlarsa erlik vazifesini yapmalıdır.)

Bu büyükler, ileride gemiden atacakları kimseyi baştan gemiye almazlar. Aldıklarını da, artık gemiden atmazlar. Bir kadı, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine talebe olmak istiyordu. Fakat o büyük zat, ona iltifat etmediğinden gayet mahzun bir hâlde gelip gidiyordu. Bir gün Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin neşeli bir anında, yakın bir talebesi o kadıdan bahsedip, mahrum kalmaktan çok üzüldüğünü söyleyince, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; (Ben, kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hattâ o kibre on yıl sonra bile düşecek olsa, ona büyüklerin yolundan bahsedemem) dedi.

Talebelerinden bazıları, bu günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de vefat etmişti. O kadı, memleketinde hâkimlik ve reislik makamına çıktı. Hâlinden çok memnundu ve bu yolla hiç alakası kalmamıştı. Hattâ müminler en büyük kötülüğü bundan gördüler.

www.ailevekadin.com