Mürşid-i kâmil kimdir?
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müminler dört kısımdır:
1- Kelime-i şehadet getirenler.
2- Salihler: Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için uğraşanlar.
3- Evliya olanlar: Allah’ın rızasına kavuşmuş olanlar.
4- Mürşid-i kâmil olanlar: Başkalarının da kavuşması için uğraşanlar.

İmam-ı a'zam hazretleri de, tıpkı İmam-ı Rabbânî, Ma’rûf-î Kerhî ve Hasan-ı Basrî hazretleri gibi mürşid-i kâmil idi. Ama vazife taksimi yapmışlardı. İmam-ı a'zam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Ahmed gibi âlimler dinin fıkıh kısmıyla, diğer evliya da tasavvuf kısmıyla meşgul olmuştur. Neticede hepsi de Müslümanların din ve dünya müşküllerini çözmek için çalışmışlardır.

Mürşid-i kâmil, her hareketinde İslamiyet’e uyan, her an Allahü teâlâyı hatırlayan kişidir. Melekler bir anda çeşitli yerlere gidebilirler. Allahü teâlâ, bu kuvveti mürşid-i kâmillerin ruhuna da vermiştir. Bir mürşid-i kâmilin iki talebesi olsa, biri doğuda, biri batıda olsa, ikisine de aynı anda emr-i Hak vâki olsa, yani ölmek üzere olsalar, ikisinin de imdadına yetişip, imanla ölmelerini sağlar. Noksanlıklarımız, ancak sohbetle giderilir. Sohbet imkânı yoksa kitapları okunur.

Emaneti ehline vermek
Bir kaptanın, işinin ehli olduğu, normal seyirde değil, dev dalgalarda, şiddetli fırtınada, gemiyi sağa sola çarptırmadan, batırmadan götürmesinden belli olur. Yoksa normal zamanda herkes götürebilir.

Emaneti ehline vermek dinimizin emridir. Nisâ sûresinin 58. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ size emânetleri ehline vermenizi emreder) buyuruluyor. Peygamber efendimiz, (Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin) buyurunca, (Yâ Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?) diye sordular, (Görev, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. Bu, hatır gönül işi değildir. Emaneti ehline vermeyen haindir. Onun için her işi ehline, yani layık olana vermelidir. İşin ehli dururken, işi ona vermeyen mesul olur. İşi, ehli olmayana vererek zayi eden de vebal altına girer. Bunun için, büyük zatlar her zaman emaneti ehline teslim etmişlerdir.

Kapalı olan kaba su dolmaz

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yapılan dine hizmet, Allahü teâlânın yardımı ve büyüklerin duasıyla, hizmet edenler de buna layık olduğu müddetçe devam eder. Çünkü kap ne kadar yağmura açıksa, o kadar dolar. Ama kap eğrilir veya ters dönerse, yine yağmur altında olduğu hâlde dolmaz. (Bir kimse kör ise, Güneş'in suçu ne?) buyuruluyor. Gözümüzü körleştirip bu nimetten mahrum kalmamalı. Bu hizmetlere lâyık olmak için, dinimize uymayan bir söz söylemekten veya iş yapmaktan çok sakınmalıyız.

Bu hizmet, yuvarlanan kar parçasının hızı arttıkça büyüdüğü gibi, yani çığ gibi büyür. Alınacak tedbirler, büyümeyi engellemek için değildir. Zaten gelen çığı durdurmaya kalkarsak, altında eziliriz. O çığ, hızını alıp gider. Ancak bu büyümenin, gerek bizi, gerekse çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde dengeli olmasına çalışılmalı. Ona göre tedbirler alınmalı.

Dolayısıyla hizmetlerin büyüme ve başarısındaki birinci esas, dengenin sağlanmasıdır. Çünkü eğer çığın dengesini kaybederseniz, kendi çığırından çıkıp ayrı bir yola girer. O yol da, çığın yapısına uygun olmadığından, çığ hem kendisini eritip bitirir, hem de başkalarını sıkıntıya sokar. Onun için denge sağlanmalıdır. Denge ne kadar korunursa, o kadar başarı olur. Emanet, ehlinde olduğu için, bu denge her zaman iyi korunmuştur. Bize düşen görev, kendimiz dengeyi sağlamaya çalışmak değil, bize verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etmektir.

Allahü teâlâ, Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, rüzgârı, hâsılı her şeyi bir dengeye göre yarattı. Kur’an-ı kerimde mealen, (Ben her şeyi hesap, ölçü üzere yarattım) buyuruyor. Tabiatta ölçüsüz, hesapsız hiçbir şey yoktur. İşte bu dengeden ötürü, tabiat kanunları hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Aksine, biz hep ondan faydalanıyoruz. Öyle faydalı ki, muazzam olan bu kanunlar çerçevesinde muazzam olaylar oluyor, ama çok kimse bunun farkında bile değildir. Yani devamlı hareket var, ama kimseyi rahatsız etmiyor. Ancak tabiî afetler olunca etrafımızda bir şeyler olduğunu fark ediyoruz, fakat onlara da genelde biz sebep oluyoruz. Nitekim Şûra sûresinde mealen, (Size gelen sıkıntılar, kendi kazandıklarınızdır. Çoğunu da affedip, size göndermiyor) ve Rûm sûresinde mealen, (İnsanların yaptıkları işlerle, karada ve denizde fesat hâsıl oldu. Her şey bozuldu) buyuruldu.

www.ailevekadin.com