Sâdık talebenin vasfı
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Merhum hocamız, (Birbirinizi sevin, birbirinizle iyi geçinin, aranıza fitne girmesin! Tarih boyunca cemiyetler, milletler hep içeriden yıkılmıştır. Fitne içeriden olur. Fitneye sebep olacak bir söz söyleyene, gıybet edene, (Sus!) diyen yüz şehid sevabı alır) buyurmuştur. Onun için, biz haklı olduğumuzu düşünsek de, (Sen haklısın) demeli, lafı kesmeli.

Yine buyurdu ki: Hâlis, sâdık bir talebenin iki özelliği vardır:

1- Çok saygılı ve edeplidir. Hakiki bir talebe, hocasına ve bütün Müslümanlara karşı, mutlak bir şekilde saygılı ve edepli olmalı. Bu saygı ve edep nedir? Onu üzmemektir. Bir insan, Allah’ın düşmanı olan nefsini memnun etmek için, Allah’ın dostu olan din kardeşini nasıl kırar? Allah’tan korkmalı! Müslüman azizdir. Hattâ İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kendisini Frenk kâfirinden, uyuz köpekten üstün gören Allahü teâlâyı tanıyamaz) buyuruyor. Üstün görmek şeytan sıfatıdır. Kendisini Âdem aleyhisselamdan üstün gördü ve ebedî lanetlendi.

Büyüklerin yolunun temeli edeptir. O zatlardan biri, konuşurken (Efendim) demeyi unutan bir yakınıyla, üç gün konuşmaz. Bu bakımdan efendi insan, efendimsiz konuşmamalı. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Bu yolun başı edep, ortası edep, sonu yine edeptir) buyurmuştur. Büyükler, (Affetmeseydik, yutkunmasaydık, etrafımızda kimse kalmazdı) buyurmuşlardır. Eskiden kusuru çok talebeler yanında, hocasına karşı bir kusur işlememek için çok korkan ve bu yüzden saçlarını ağartan talebeler vardı.

2- Mütevazı yani alçak gönüllüdür. Çünkü Allahü teâlâ, alçak gönüllü olanları sever. Allahü teâlânın sevdiklerini kulları da sever. Bütün günahlara Allahü teâlânın sıfatları düşmandır. Ama kibre, kibirli olana sıfatları değil, bizzat kendi zatı düşmandır. Allahü teâlâ, (Kim bana büyüklükte ortak olmaya kalkarsa onu affetmem, hiç acımadan Cehenneme atarım. Çünkü kibriya ve azamet bana aittir) buyuruyor.

Allahü teâlâ, sıfatlarından üçünü hiçbir mahlûkuna vermedi. Bunlar, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şeyin Ona muhtaç olması demektir. Bu üç sıfatta Allahü teâlâya ortak olmaya çalışmak büyük felakettir.

“Böyle Allah deseydin!”

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, çok sevdiği kullarına, Allah desin diye çok dert ve bela verir. Her Allah deyişte, ağaçtan yaprak dökülür gibi o kulun günahları dökülür. Sevmediği kullarına ise, genelde istedikleri her şeyi verir. Peygamber efendimiz, (Günahları affoluncaya kadar mümine, bela ve hastalık gelir) buyuruyor. Büyüklerimiz de, (Dert ve bela, günahların çok affedildiğini gösterir. Günahların çok olduğunu göstermez) diye bildiriyor.

Bir derviş, yıllarca hocasına hizmet ettiği hâlde, kendisine herhangi bir manevî makam verilmez. Bir gün abdest alırken, Allahü teâlâ zaman içinde zaman halk eder. Kendini yabancı bir ülkede görür. O ülkede bekâr insan bırakmazlar, zorla evlendirirlermiş. Buna, (Hanımın var mı?) diye soruyorlar. O da, (Memleketimde vardı, ama burada yok) diyor. (Seni evlendireceğiz. Eğer yalan söylersen, hırsızlık edersen, bir de gaybdan bahsedersen, biri ile bir talak olur, üçünü de yaparsan üç talakla hanımın boş olur. Hanımı boşayınca, şu gördüğün dağın tepesine çıkarıp, aşağı atılarak öldürülürsün. Ona göre hareket et!) derler.

Derviş mecburen evlenir. Havayı bulutlu görünce (Yağmur yağacak) der. Hanımı (Gaybdan haber verdin, talakın biri gitti) der. Kocası, bahçe kenarındaki elmayı alıp getirir. (Bu elma dereden akan suyun üstünde geliyordu, ben de aldım) der. Kadın elmayı tanır, (Bu şu komşunun elmasıdır, senin yalan söylemenle bir talak daha gitti, elmayı çaldığın için de üçüncü talak da gitti) der.

Olay mahkemeye intikal eder. Kanunların gereği, dervişin kayalardan atılarak öldürülmesine karar verilir. Görevliler, dervişi sallayıp kayalıklardan aşağı atarlar. Derviş, boşlukta uçarken öyle bir (Allah!) der ki, sanki kayalar sarsılır. Birden gözünü açınca kendisini şadırvanda abdest aldığı yerde bulur. Hocası da oradadır. Dervişe, (Evladım, ömründe bir kere böyle Allah deseydin sana evliyalık makamı verilirdi) buyurur. Derviş, layık olmadığı hâlde makam istemekte haklı olmadığını anlar.

www.ailevekadin.com