Ben bilirim diyen
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İhlâs, her işi yalnız Allah için yapmaktır. İhlâs yoksa, nefsi için yapılmış olur. Bütün birliklerin dağılmasının tek sebebi ihlâssızlıktır. Bir toplumda, her şey Allah rızası için yapılsa, kendilerinin paylaşacakları maddî bir şey kalmaz. Paylaşacak bir şey olmayınca da, huzur, sevgi, birlik ve beraberlik olur. Çünkü ben demeyene, ben istemem diyene, Cenab-ı Hak daha fazlasını verir. Aksine, bir toplumda herkes bu benim malım derse, o mal için herkes birbirine düşer. Çünkü herkes, bunda kendisinin bir payı olduğunu düşünür. Ondan sonra da, huzursuzluk, düşmanlık, kavga ve dağılmalar başlar.

Ehl-i sünnete uygun olarak, dini yaymak için yapılan hizmetlerde, başarılı olmanın ilk şartı, ihlâslı olmaktır. Bu ise, yapılan hizmetlerin Allah için olması, bunun ibadet olduğuna inanılması ve bu yolun büyüklerinin sevilmesi ve kitaplarının okunmasıyla mümkündür.

Büyük zatların sözünü dinleyen, peki diyen, daima başarılı olmuştur. Bu hizmetlerde en faydasız olan, kendini ve aklını beğenendir. Ondan bu hizmetlere fayda gelmez, hattâ kimseyi beğenmediği için kendisi sıkıntıya girer, başkalarını da sıkıntıya sokar.

Çok zengin bir tüccar, mübarek bir zata, (Her işte çok başarılısın. Bunun sebebi nedir?) diye sorunca, o zat tebessüm ederek, (İşimi hep bilmeyenlerle yaptığım için) cevabını verir. Tüccarın çok şaşırdığını görünce der ki:
Bu, bana rahmetli hocamın tavsiyesidir. Bir işe başlarken, kimlerle çalışacağımı sorduğum zaman, (Bilmeyenlerle çalış! Sana peki diyenleri, ihlâslı olanları seçip, onlarla işe başla! Kabiliyetli olan, kabiliyetine güvenir, çevresine sıkıntı verir. Ama kabiliyeti olmayan, ihlâslı olur, sana güvenir, dediğini yapar. Zamanla bu ihlâsından dolayı, Allahü teâlâ ona kabiliyet de verir. Hem ihlâs, hem kabiliyet kazanmış olur) buyurmuştu. Bilenin bilgisine ve aklına güvenmesi, onu sıkıntıya sokar. Bilen hep akıl verir. Söz dinlemez veya istemeyerek dinler. İşi zamanında yapmaz, eksik veya bildiği gibi yapar. Çünkü, (Bu iş ancak böyle yapılır) diye düşünür. Genelde, bilmeyenin itaati ve ihlâsı çok olur. Bilmediği için sorarak iş yapar. Sorduğu için de rahat eder. İşler düzgün olur.

Gemide olmak

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Silsile-i aliyye büyüklerinin yolunda dine hizmet eden Müslümanın istirahati, musalla taşında başlar. Bu, bir bayrak yarışıdır. Aldığı bayrağı hiç kimse toprağa gömemez. İnsanların hidayete kavuşup kurtulmaları için, bu bayrağın elden ele dolaşması, yere inmemesi lazımdır.

Peygamber efendimiz, (Allahü teâlânın en çok sevdiği kimse, dinini öğrenen ve başkalarına öğretendir. Dininizi, İslâm âlimlerinin ağızlarından öğreniniz!) buyuruyor. Onun için sohbetteki bereket, ilim başkadır. Yani sohbetin insana verdiği olgunluk, sırf kitap okumakla hâsıl olmaz. Esas olan, bu hadis-i şerife uygun olarak, büyüklerin sohbetidir, ilmi büyüklerin ağzından almaktır. Böyle bir zat bulunmazsa, o zaman kitapları okunur.

Büyüklere tam teslim olan, tam netice alır, tam başarı kazanır. Yarım teslim olan, yarım başarı elde eder. Hiç teslim olmayan, sıfır alır. Tam teslim olmak nedir? Bunu Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri tarif etmiş, (Hocamı tanıdıktan sonra aklımı bıraktım ve kurtuldum) buyurmuştur. Dolayısıyla, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kurtuluş gemisine binen, kaptanın işine karışmamalı. Ya gemiye binme, binmişsen kaptana karışma! Geminin gideceği yeri bilerek, kaptana ve gemiye güvenerek biniliyor, ondan sonra hâlâ kendi aklıyla gemiye yön vermeye, istikametini değiştirmeye, tenkit etmeye ne hakkı olur?

İşte böyle bir gemiye binince, gemide olduğunu unutup, aklı fikri başka yerde olan, kendi kendini felakete sürüklemiş, gemiden aşağı düşmüş olur. Tabiî o gemiden denize düşenin hâli çok tehlikeli. Ya boğulur veya balıklara yem olur. İyi yüzme bilse bile, yine azgın dalgalı deryayı geçip sahile çıkması, imkânsız denecek kadar çok zordur. Ömrü denizlerde geçen bilir, çok fırtınalı, çok dalgalı günler olur. Böyle tehlikeli bir ortamda gemiden atlayan nasıl kurtulur ki? Bunun gibi çok tehlikeli zamanlarda, düşersek diye, bellerine urgan bağlarlar. Bu dalgalarda gaflet, felakettir. Onun için fırtınalı havalarda, mutlaka ipin sağlam olması, mesafenin de kısa olması lazım. Bu ip, ihlâslı olmaktır, uzunluğu kısalığı da takvadır. (Ben ihlâstan ve takvadan anlamam) diyen çıkarsa, onun da çaresi var: Sadece peki demesi yeter.

www.ailevekadin.com