Uçak havada kalmaz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsan, birkaç ay sonra önemli bir ameliyat olacaksa, artık yiyip içerken, yatıp kalkarken, (Bıçağın altına yatacağım, kurtulabilecek miyim, yoksa masada mı kalacağım?) diye, sürekli düşünür. Peki, ölümden daha büyük ameliyat olur mu? Ölünce insanın durumu ne olacak? Bu dehşetli an mutlaka gelecek! Bir insan, nasıl o günü unutup da rahat uyuyabilir, başka şeylerle nasıl uğraşabilir? İnsan uçağa binince tek arzusu, sağ salim yere inmektir, çünkü on bin metreden yere çakılma ihtimali vardır. İşte bunun gibi herkes her an ölümü düşünmeli. Hiçbir uçak havada kalmadığı gibi, hiçbir canlı da hayatta kalmayacaktır. Herkes o köprüden, o ameliyat masasından geçecektir.

Mümin, sırat köprüsünden geçinceye, Allahü teâlânın affına kavuşuncaya kadar kaç tane badire atlatacak, kaç yerde, kaç kere hesap verecektir. İşte hiç kimse, bunları geçinceye kadar kendinden emin olamaz.

O güne hazırlık nasıl olmalı? Sırf amelle Cennete girilmez, çünkü Cennete sadece imanı olanların gireceği, kapısında yazılıdır. Amel, imanı korumak içindir. Çok ameli olmasa da, imanla yine girebilir. Ama imanı yoksa, seller gibi gözyaşı dökse, dağlar kadar ameli olsa, bütün dünyaya iyilik etse, Cennetin kokusunu bile duyamaz. Dolayısıyla ölürken, kabirde, sırat köprüsünde, yani her yerde, (İmanın var mı, itikadın doğru mu?) diye sorulacaktır.

Onun için din büyüklerimiz, (Bir kimse hakkındaki ölçü, onun kerametleri, sözleri ve üstün kabiliyetleri değil, imanıdır) buyuruyorlar. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de, (Otuz sene boyunca doğru imanı anlattım) buyurmuştur. İman çok kıymetli olduğu için, çok dehşetli düşmanları vardır. En büyük düşmanı, insanın kendi nefsidir, çünkü insan o düşmanla 24 saat beraberdir. İki zıt şey aynı yerdedir. Nefs, insanı kâfir yapıncaya kadar pusuda bekleyen bir düşmandır. Onun tek hedefi, insanı imansız yapmaktır. Allahü teâlâ onu böyle yaratmıştır. (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır) buyurmuştur. Bu çok tehlikeli düşman içimizdedir. Gıdası haramlardır. İslamiyet’in her hükmünde nefsi kırma payı vardır. Emir ve yasaklar, onu kontrol altına almak içindir. O halde, sonsuz saadete kavuşmak için, nefse galip gelmek şarttır.

İmanın korunması


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kalbdeki iman, ibadet ve rabıta ile korunur:
1- İbadet: İbadetlerde de iki şart var: Birincisi, sahih olacak, yani şartlarına uygun olacak, ikincisi de makbul olacak, yani ihlasla yapılacaktır. Bütün ibadetler, alışverişler, her iş, Allah rızası için yapılıyorsa, imanı korur ve kuvvetlendirir, parlatır. Rabbimizin rızasını, sevgisini kazanmaktan başka maksatlarla yapılan her şey nefsanî, şeytanî ve dünyevîdir, Cehenneme götüren birer sebeptir. Bunun için ilim de, amel de lazım, ama özellikle ihlas şarttır. Çünkü ilim ve amel, ya nefsanî veya rahmanîdir. Nitekim İblis’te ilim de, amel de vardı, ama ihlası olmadığı için kibirlenip ebedî Cehennemlik oldu.

2- Rabıta:
Rabıta, sadece oturup, gözleri kapatıp bir zatı düşünmek değildir. Rabıta, irtibat kurmak, bir Ehl-i sünnet âlimini sevmek, onun yolunda olmak, onun bildirdiği gibi yaşamak, her adımında, acaba bu yaptığımdan razı olur mu diye düşünmek demektir. Kalbin parlaması, imanın korunması için çok önemlidir, çünkü kalbi parlak birisiyle irtibat halinde olanın imanı kuvvetli olur. Rabıta yapmak zordur. Hele böyle vesveseli dünyada, şeytanın ve cinlerin her tarafı sardığı bir ortamda bunu yapmak kolay değilse de, o büyük zatların yazdıkları kitapları okuyunca, rabıta hâlinde olmuş oluruz. Beyne yazılanlar bir gün gider, fakat kitap severek okunduğu zaman, yazarının ruhaniyeti, sevgisi, ilgisi; okuyan bilse de, bilmese de, kalbini aydınlatır. İnsan hamama girip yıkansa kirleri dökülür. İşte salihlerle sohbet etmek, doğru din kitabı okumak, hamama girmeye benzer; bilse de, bilmese de kalbi temizlenir.

Din büyüklerinin ruhaniyetleri, yazdıkları kitapların satırlarının arasındadır. Dolayısıyla ilim öğrenmekten, kitap okumaktan maksat, kalbe ve beyne hitaptır. Beyne hitap, yazılanları öğrenmekle olur; kalbe hitap ise, kitap okumak vesilesiyle o büyük zatları sevmekle olur.

Rabıtanın yani bu büyük zatları hatırlamanın bir başka yolu da, onları seven, kitaplarını okuyan sâlih kimselerle görüşmek, her fırsatta onlarla beraber olmaya çalışmaktır. Onlarla beraber olunca da, mutlaka o büyüklerden bahsetmeli, az da olsa kitaplarından birlikte okumalı. Tek başına kitap okumak yerine, mümkünse o büyükleri sevenlerle beraber okumalı. Buna sohbet denir ve daha fazla istifade edilir.

www.ailevekadin.com