Kul hakkının önemi
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Niye evliya zatları herkes seviyor da, biz birbirimizi sevemiyoruz? Neden kalblerimiz kırılıyor, çok sıkıntı oluyor? Bunların sebebi, kul hakkına riayet etmemek ve haramlardan sakınmamaktır.

Allahü teâlâ günahları ikiye ayırmıştır:
1- Kendisiyle kulları arasındaki günahlar.
2- Kulların birbiri arasındaki günahlar, kul hakları.

Cenab-ı Hak, kendisiyle kulu arasındaki günahları affeder veya cezalandırır. Bu, Rabbimizin bileceği iştir, ama kullar arasındaki günahlarda mutlaka adalet olacaktır. Yani ahirette kul haklarından herkes hesaba çekilecektir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Ahirette sırat köprüsünde her Müslümana yedi sual sorulacaktır. Birincisi imandan sorulacaktır, ikincisi namazdan, üçüncüsü oruçtan, dördüncüsü hacdan, beşincisi zekâttan, altıncısı gusülden sorulacaktır. Yedinci suale gelince, Peygamberler bile masum oldukları halde, bu sualden korkarlar. O da kul hakkıdır.)

Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. Kul hakkı o kadar mühim ki, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaatle kılınmış, kabul olmuş 700 namazın sevabı alınıp, hak sahibine verilecektir, sevabı yoksa onun günahı buna yüklenecektir.

Peygamber efendimiz, müflis olanı yani iflas eden kimseyi şöyle bildiriyor:
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, amel defterinde pek çok namaz, oruç ve zekât sevabı bulunur, fakat bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevabları, bu hak sahiplerine verilir. Hakları ödenmeden önce sevabları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.)

İşte, kul hakkının önemini bilip bundan sakınan bir Müslüman, kesinlikle tartışmaya giremez, kavga edemez, kalb kıramaz, çünkü kul hakkından korkar. Hele kalb kırarak kul hakkına girmek, çok büyük günahtır. Bunun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bir müminin kalbini kırmak, 70 defa Kâbe'yi yıkmaktan büyük günahtır.)

Din kitaplarımızda, (Hanımının hak ve hukukuna riayet edemeyecek olan, kul hakkına girmemek için evlenmesin) buyuruluyor. Yani kadın, esir değildir, köle değildir, hizmetçi de değildir.

Bazı din büyükleri, kul hakkı geçmesin diye, kendi hanımından, kendi çocuğundan bile, bir bardak su istemez, kalkıp kendileri alır, bazı büyükler de, emir vermemiş olmak için, (Bir bardak su verir misin?) derler, kul hakkından çok korkarlardı.


Emir verme arzusu


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Emir vermek suretiyle meydana gelecek kul hakkından çok sakınmalıyız. Eshab-ı kiram, devenin üstündeyken kırbaçları yere düşse, deveden inerler, kırbaçlarını alıp, tekrar binerlerdi. Deveye inip binmek oldukça zahmetli bir iştir. Buna rağmen, kul hakkı geçmesin, emir vermiş olmayalım diye bu zahmete kendileri katlanırlardı. Kimseden bir şey istememek, emir vermiş olmamak için böyle yaparlardı.

İnsanları helake ve felakete sürükleyecek olan huy, emir vermektir. Bu, insanların hücrelerine kadar işlemiştir. Yani insanların hücrelerinde emir verme arzusu vardır. Bu, can çıkmadan önce, en son çıkacak huydur. İnsanlar için en büyük felaket, emir verme sevgisidir. Bu sevgi yoksa ve karşımızdaki gücenmeyecekse emir vermenin mahzuru olmaz.

Eğer bu arzu ve heves varsa verilen her emir kul hakkına girer. Onun için her zaman birbirimizle helalleşmeliyiz.

Eğer, herkes İslamiyet'e uymakta elinden geldiği kadar hassas olsa, hiç anlaşmazlık olmaz, dünya güllük gülistanlık olur. Bir yerde bir geçimsizlik, bir sıkıntı varsa, orada İslamiyet'e uyulmadığı anlaşılır. İslamiyet'e uyulan yerde sıkıntı olmaz. İslamiyet'e uyulmayan yerde huzur aranmaz.

Şah-ı Nakşibend hazretleri, Alaaddin-i Attar hazretlerine mübarek kızını vermiş ve tek nasihat olarak, (Alaaddin, beni taklit et) buyurmuşlar. Alaaddin-i Attar hazretleri de, (Hocamı taklit ettim ve taklit ettiğim her hususta, onun aslına kavuştum) buyuruyor. Tasavvufta en önemli ve kestirme yol taklittir. Ehl-i sünnet âlimlerini, Silsile-i aliyye büyüklerini seven ve o mübarek zatların yollarında olan Müslümanlar, kendi akıllarını ve görüşlerini işe karıştırmamalı. Zaten Hazret-i Mevlana, (Hocama kavuştum, aklımı bırakıp kurtuldum) buyurmuştur. Bu din büyüklerine kavuşan kimse, hâlâ aklıyla yürüyorsa, yolda kalır.

Şikâyet etmek
Bu büyükler, şikâyet edeni sevmezler. Kusurlarından dolayı şikâyet edileni de sevmezler. Mütevazı olan, ne şikâyet eder, ne şikâyet edilir, çünkü her zaman herkese sıkıntı vermek ve herkesi şikâyet etmek kibirdendir. Mütevazı demek, kendini ölmüş bilen demektir. Ölü, kimseyi şikâyet etmez, ölüyü şikâyet eden de olmaz.

Büyükler, (Allahü teâlâya şükretmek için, hakiki imana kavuşmak için birbirinizi sevin) buyuruyorlar. Birbirimizi sevmenin birçok faydası var: Birincisi, Allahü teâlâya şükretmiş oluyoruz, çünkü Allahü teâlâ, verdiği nimetinin şükrünü istiyor. Onun şükrü de, müminlerin birbirini sevmesidir. İkinci faydası, dünyada kim kimi severse, ahirette onunla beraber olacaktır. Üçüncüsü, birbirini Allah için sevenler, ahirette herkesin gıpta ettiği büyük nimetlere kavuşacak, Cenab-ı Hakk'ın razı olduğu, sevdiği yerde buluşacaklardır.

www.ailevekadin.com