İmanın asıl şartları
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlânın en sevdiği ibadet, Müslümanların birbirini sevmesidir. Bu, imanın asıl şartıdır. İman, altı şeye inanmaktır. Bu altı şey, inanılacak hususlardır. Bu altı şartın geçerli olması için iki şart daha vardır. Nasıl vakit, namazın şartıysa, yani vakti girmeden kılınan namaz sahih olmazsa, bu iki şart olmadan altı şeye inanmakla kişi Müslüman olmaz.

Bu iki şarttan birincisi, gayba imandır, görmeden inanmaktır, ölmeden önce, gözden perde kalkmadan önce, hakikatler görülmeden önce, Allah’a ve Resulüne inanmaktır. Firavun boğulacağı sırada, Allahü teâlâ gözünden perdeyi kaldırdı. Firavun, gerçekleri görünce, (Musa’nın Rabbine iman ettim) dediyse de, geçerli olmadı, çünkü o, Hazret-i Musa’nın bildirdiğine değil, kendi gördüğüne inandı. Görmeden önce, gayba iman etmediği için geçerli olmadı.

İkinci şart
, hubb-i fillah ve buğd-i fillah’tır. Allahü teâlânın dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek yani Müslüman olmayanları, Allah’a ve Resulüne düşman olanları sevmemek ve Müslümanları da, Müslüman oldukları için sevmektir. Bir kimse, bir kimseye, Müslüman olduğu için düşmanlık beslese, Amentü’deki altı şarta inansa da, Müslüman olamaz. Bu yüzden Müslümanların birbirine düşmanlıkları tehlikelidir. Din büyüklerimiz, (Eğer kavga edecekseniz kendinizle yani kâfir olan nefsinizle kavga edin! Sakın bir Müslümana yan gözle bakmayın, bu Allah dostuna düşmanlığa sebep olabilir. Maazallah, secdeden başınızı kaldırmasanız yine Cehenneme gidersiniz) buyuruyorlar. Bir Müslümanın diğer kardeşini çekiştirmesi, onun aleyhinde bulunması, olacak iş değildir. Bir müminin ismi duvara yazılı olsa, oradan geçerken ceketini ilikleyip, hürmetle geçmek gerekir, çünkü orada Allahü teâlâya ve Resulüne inanan birinin ismi var. Yani Allah dostu var. Dolayısıyla, bu iki şart olmadan, iman edilmiş olamaz.

Büyük zatlar, iki talebesi arasında ufak bir kırgınlık olunca perişan olurlardı. En çok üzüldükleri olay buydu. Bu olayda biri haklı olur. İkisi de Müslüman. Kırgınlık sebebiyle biri niye yansın ki? Elimizi ateşe bir sokalım da, ondan sonra, ateş neymiş, kavga neymiş, haram neymiş, gıybet neymiş, o zaman anlayalım. Çünkü haramlar ateştir. Müslüman ateşe nasıl gider? Demek ki ateş unutuluyor, görülmüyor da gidiliyor. Onun için bu gözle bakan aldanır. Bu gözle bakanlar, Peygamber efendimize bile iman etmediler. Onu gördüler, ama bu gözle baktıkları için, kendileri gibi, sıradan biri sandılar. Kalb gözüyle görenler kurtuldu, baştaki gözle görenler yandı.

Allah için sevmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müminin yüzüne Allah için sevgiyle bakmak öyle büyük bir ibadet ki, Allahü teâlâ bütün günahları affediyor ve de öldükten sonra mahşerde güneş, bir mızrak boyu alçaldığı zaman, herkes buram buram terlerken, böyle Allah için birbirini seven insanlar, uçarak gelecekler ve Arş’ın altında gölgeleneceklerdir. Bunlara azap da, hesap da yoktur. İnsanlar bunları gördükleri zaman, (Bunlar peygamber midir, evliya mıdır?) diyecekler. Allahü teâlâ, (Bunlar ne evliya, ne de peygamber. Bunlar, Muhammed aleyhisselamın ümmetinden, Allah için birbirini sevenlerdir) buyuracaktır.

Müslümanı üzmek felaket, sevindirmek saadettir. Eshab-ı kiramdan biri, sohbetten sonra, arkadaşının ayakkabısını şaka olsun diye saklıyor. Herkes gidiyor, ama ayakkabısı saklanan telaşlanıp arıyor. Peygamber efendimiz de hiçbir şey demeden seyrediyor, bekliyor. Sonunda ayakkabıyı saklayan, gizlediği yerden çıkarıp arkadaşına verince, ayakkabıyı saklayana, (Mümini telaşa sokmak, üzülmesine sebep olmak çok günahtır) buyuruyor. (Şaka yaptım ya Resulallah) deyince de, (Şakayla da yapmak günahtır) buyurup, yanlarından ayrılıyorlar.

Eshab-ı kiramdan Ebüdderda hazretleri, bir yerden geçerken, üç dört gencin bir genci dövdüklerini görünce onlara, (Durun, ne yapıyorsunuz?) diye müdahale eder. Gençler hemen bırakıp, (Efendim, bu arkadaşımız büyük bir günah işledi, onun için dövüyoruz, bundan sonra da aramıza almayacağız) derler. Ebüdderda hazretleri buyurur ki:
- Peki, size bir şey soracağım. Bu arkadaşınız bir kuyuya düşseydi ne yapardınız? Onu kurtarır mıydınız yoksa kuyudan çıkmasın, boğulsun diye üzerine taş mı atardınız?

- Elbette kurtarırdık efendim.

- Ama siz şimdi onu kurtarmıyor, üzerine taş atıyorsunuz. Arkadaşınız bir günah işlemiş, yani şu veya bu sebeple kuyuya düşmüş, böyle yapmakla onu kuyudan çıkarmayıp, üzerine taş atmış oluyorsunuz. Sadece onun yaptığı işe kızabiliriz, ama onu kuyuda bırakamayız, onu yalnız bırakamayız, çünkü yaptığına tevbe edince, o yine bizim kardeşimizdir.

Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
(Bir Müslümanı tevbe ettiği bir kusurundan dolayı ayıplayan, o kusuru işlemeden ölmez.)

www.ailevekadin.com