İki güneş var
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İki güneş vardır. Biri maddi güneş olup ışınlarıyla canlılara rızk ve hayatta kalma gücü gönderir. Hayvanlar, bitkiler hep güneş enerjisiyle hayatta kalırlar. Böyle bir güneş olduğu gibi, bir güneş daha var, o da âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, Muhammed aleyhisselamdır.

Maddi güneş nasıl ışınlarıyla maddi hayata can veriyorsa, Muhammed aleyhisselam da kalblerin temizlenmesi, iman etmesi, canlanması için, bilinse de, bilinmese de, devamlı feyz verir. O feyz hangi kalbe gelirse o kalb nurlanır, doğru imana kavuşur, doğru amele koşar. Dolayısıyla bir mü'minde Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı ve Allahü teâlânın sevgili kullarına sevgi meydana gelmişse, işte bu feyzden bir damla bunun kalbine isabet etmiş demektir. Hatta büyük âlim Muhammed Masum hazretleri, (Bütün Peygamberler, bu feyzden kalblerine bir avuç indiği içindir ki, peygamberlik makamına kavuşmuşlardır) buyuruyor.

Kıyamete kadar gelecek müminlerin de kalbine bu feyzden bir zerre iner. Biraz fazla olsa zaten mürşid-i kâmil olur. Bütün ölçü, güneşin ışınlarının yayıldığı gibi, o yayılan feyzden bir parçaya kavuşmaktır.

Feyz herkese gelmez. Peygamber efendimizden feyz gelmesinin, iki şartı vardır:

Birinci şart:
Onu tasdik etmektir. Yani bu zat peygamberdir, son peygamberdir, ben buna iman ettim, inandım, getirdiklerini kabul ettim, beğendim demektir. Peygamber efendimizden gelen nimetlerin vasıtası kalblerdir. Nasıl ki elektrik, kabloyla gelir, yani vasıtası kablodur, nasıl ki su, boruyla gelir, vasıtası borudur, Peygamber efendimizden gelen nimetlerin vasıtası da kalblerdir. Bu tasdik olunca, bizim bilmediğimiz, görmediğimiz, anlamadığımız şekilde, o şahısla Peygamber efendimizin mübarek kalbi arasında bir irtibat kurulur.

İkinci şart:
Peygamber efendimizi çok sevmektir. Gelen nimetlerin miktarı, bu sevginin derecesine bağlıdır.

Bu, Peygamber efendimizin zamanında, yani O hayattayken böyleydi, vefat ettikten sonra ne oldu? Bunu Peygamber efendimiz bildiriyor, (Kalbimde ne varsa, kardeşim Ebu Bekr'in kalbine akıttım) buyuruyor. Yani, Peygamber efendimizin vefatından sonra, Ondan gelecek nimetler artık hazret-i Ebu Bekir'den gelecektir. Ondan sonra da Selman-ı Farisi hazretlerinden... Bu silsile yoluyla yani Silsile-i aliyye büyüklerinden devam ederek günümüze kadar geliyor. Bu büyükleri inkâr eden, bu nimetlere kavuşamaz.


En üstün insanlar

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Eshab-ı kiramın istisnasız hepsini çok sevmeliyiz. Hepsi Cennetliktir. Allahü teâlâ, hepsinden razı olduğunu ve hepsine Cenneti vaad ettiğini Kur’an-ı kerimde açıkça bildirmektedir. Peygamber efendimizin yolunu bütün dünyaya onlar yaydı. Onlar Peygamber efendimizin cemaatidir. Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın yolu demektir. Eshab-ı kiramın bildirdiği yol, Peygamber efendimizin yoludur.

Eshab-ı kiram, sadece sohbet ile nihayetsiz üstünlüklere ulaştılar. Hiçbir evliya zat, onların mertebesine varamaz, çünkü Resulullah efendimizi görmekle, sohbetinde bulunmakla, melekle birlikte olmakla ve vahyi, mucizeleri görmekle, Eshab-ı kiramın imanları, görerek inanmak şeklinde olmuştur. Bu saydığımız üstünlükler, bütün başka üstünlüklerin temeli ve kaynağıdır, çünkü bizim işiterek inandığımızı, onlar bizzat gördüler. Eshab-ı kiramdan başkası bunlara kavuşamamıştır. Veysel Karani hazretleri, sohbetin bu üstünlüklerini bilseydi, hiçbir şey onu bu sohbetten alıkoyamazdı. Anneye, babaya hürmet, hocaya saygı, hepsi Rabbimizin rızası içindir, nefsimiz için değildir, onların şahsı için de değildir. İnsan annesini, Rabbim bundan razı diye sever. İnsan, Rabbim razı diye namaz kılar. İnsan hocasını, Rabbim bundan çok razı diye sevip sayar. Maksat hep Rabbimizin rızasıdır, başka bir şey değildir. İnsan nefsi için her ne yaparsa yapsın, isterse oruç tutsun, isterse namaz kılsın, makbul değildir. Mutlaka Allah rızası için yapması lazımdır.

Allahü teâlâ dilediğine rahmetini saçar. Bize imanı nasip etmesi, Ehl-i sünnet itikadına kavuşturması, hep Onun ihsanı olmuştur. Allahü teâlâ bizi diledi, ondan sonra bize hep rahmet saçtı. Bunun için çok bahtiyar insanlarız. Biz, Rabbimizin dilediğine kavuştuk. Bizim kavuştuğumuz şeref, üstünlük, hiçbir şeref ve üstünlüğe benzemez. Hâlbuki insanlar, hep zahire aldanırlar. Mutlaka rütbesi olsun, malı mülkü olsun derler, bunlara kıymet verirler.

Allahü teâlâ dilediğine rahmetini saçar. Bu dileğe dâhil miyiz, değil miyiz, işte ona bakmalı. Ancak Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanlar, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi Ehl-i sünnet âlimlerine sevgisi olanlar buna dahildir, çünkü Allahü teâlâ bunları dilemiştir. Ben bunları sevdim demiştir. O halde, Allahü teâlânın sevdim dediği kişiye karşı muhabbetsizlik, düşmanlık olur mu? Biz zaten Onun sevdiğini sevmeye mahkûmuz. Allahü teâlâ, ben kâfiri sevmedim diyor. Biz onu sevmemeye mecburuz. Onun için müminler, mutlaka birbirlerini severler. Bu nimete kavuşmak ihsan-ı ilahidir. Nasip meselesidir. Ne kadar sevinsek, ne kadar şükretsek azdır.

www.ailevekadin.com