İtibar gideren şeyler
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İtibarı gideren, yok eden üç şeyden biri, paraya düşkün olmaktır. Parayla itibar, bir araya gelmez. İnsan dünyaya düşkün olursa, dünya kadar kıymeti olur. Dünya ise bir hiçtir. Hiçle meşgul olmak yine bir hiçtir. Hakiki varlık, hakiki meziyet, hakiki üstünlük, hakiki güzellik, ölüm ve sonrası, yani ahirettir.

Kılık kıyafet, elbise çok önemlidir. Yani giydiğimiz elbisenin adı, dünya mı yoksa ahiret mi? Buna dikkat etmek gerekir.

İnsanlar daima, hayatlarında düşkün oldukları şeyle anılırlar. Filan zengin denince, ister parasını iyi yolda harcasın, ister kötü yolda harcasın, ilk hatıra gelen paradır; ama evliya zatlardan bahsedilince de, hemen hatıra Allah gelir. O halde, insanlar hayatlarında neye düşkünse, onların sıfatları artık odur, öyle anılırlar. Onun için, birinci özelliğimiz, para olmasın, ikinci özelliğimiz şöhret olmasın, üçüncü özelliğimiz, Allah korusun, bir kötü alışkanlık olmasın. Bütün bunlar insanın ilk hatırına gelen şeylerdir. Peki, ne olmalı? Ehl-i sünnet âlimlerini, evliya zatları sevmeli. Düşkün olduğumuz bu sevgiyi, insanların kalbine yerleştirmeye çalışmalı. Evliya zatlar denince, hatıra muhabbet gelir, sevgi gelir, cömertlik gelir, Allah rızası gelir.

Herkesin kalbindeki önemlidir; çünkü o şahittir. Dil ne derse desin, kalbdeki şahitlik çok önemlidir. Şöhretimiz, ahirete düşkünlük olsun. Peygamber efendimiz, (Mal hırsı, şöhret hırsı, aç iki kurttan daha tehlikelidir) buyuruyor. Aç iki kurt ne yapar, sürüyü perişan eder, gider. Cem-i zıddeyn muhaldir yani iki zıt şey bir araya gelmez. Ahiretle dünya zıttır. İnsanın en büyük düşmanı kendisi yani nefsidir. Bu öyle bir düşmandır ki, başka düşmanı aratmaz.

Bütün okunan kitaplar, bütün öğrenilen ilimler, insan ölürken beyinden silinir, gider. İnsanın vücudunda duran en son şey kalbdir. Sevginin beyinle, hatırlamakla alakası yoktur. O andaki bilgilerin hepsi zaten sinirlerdedir, ölüm başlayınca hepsi unutulur. En son ruhun çıktığı yer, kalbdir. Kalbde muhabbet varsa, işte o bizi kurtarır; çünkü onun düşünmekle ilgisi yoktur. O halde hepimizi kurtaracak olan şey, Rabbimize, Peygamber efendimize, Kur’an-ı kerime, büyüklerimize yani Ehl-i sünnet âlimlerine ve din kardeşlerimize yani birbirimize olan muhabbetimizdir.

Kendisini seveni hiç kimse sevmez, kendisini sevmeyeni herkes sever; çünkü Allah onu sever, Allahü teâlâ, (Sen nefsini [kendini] sevme! O senin sevdiğin, benim düşmanımdır) buyuruyor. Yani, (O senin nefsin, bana düşmandır. Sen onu nasıl seversin, nasıl beğenirsin, nasıl ona hak verirsin, nasıl onun peşinden gidersin? O benim düşmanımdır) buyuruyor. Bu düşmanı sevmezsek, isteklerini yapmazsak yani onu terk edersek, işte ancak o zaman kurtuluruz.


Ayrılık olmayan günde


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Büyük bir zata, (Efendim, çok çalışıyorsunuz, biraz istirahat etseniz) denilince, (Bizim istirahatımız musalla taşında başlar) buyurur ve kıymetli eserlerini hazırlamakla meşgul olurmuş. Ziyarete gelen sevenlerinin görüşme arzularını haber veren talebesine de, (Ben de kendilerini görmeyi çok isterim; fakat şu anda beş kişi için değil, binlerce Müslüman için çalışıyorum. Beni arayan, kitaplarımın satırları arasında bulur. Misafirlerimize selam söyleyiniz, inşallah ayrılık olmayan yerde hep beraber olacağız dersiniz) buyurmuş.

Ebul Hasan Harkani hazretleri, son günlerinde devamlı olarak Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ismini söyler. İki lafından biri, (Ey ibni Mübarek, sen ne mübareksin) imiş. Bu durum günlerce böyle devam eder. Bir gün kapı çalınır, oğlu kapıyı açar. Bir de bakar ki, karşısında Abdullah ibni Mübarek hazretleri. Koşarak, sevinçle babasının yanına gelir, (Babacığım, günlerdir ismini sayıkladığınız dostunuz kapıda, içeri girmek istiyor) der. Ebu Hasan Harkani hazretleri, (Selam söyle ona, kendisiyle görüşemem. Ayrılık olmayan yerde görüşeceğiz inşallah de!) buyurur.

Oğlu şaşkın bir vaziyette, kapıya gelir; ama bir şey de söyleyemez. Abdullah ibni Mübarek hazretleri, durumu anlar, (Ne buyurdu?) diye sorar. Oğlu da, mahcup bir şekilde babasının sözünü aktarır. Misafir de selam söyleyerek ayrılır.

Oğlu şaşkın bir şekilde babasının yanına döner, (Ey babacığım, siz ne yaptınız? Her gün ismini sayıkladığınız sevgili dostunuz kapıya geldi ve siz böyle dediniz. Bunun hikmeti nedir?) der. Babası, (Ey oğul, sen bizim muhabbetimizi anlayamazsın. Neticede misafirimiz bir zaman sonra buradan ayrılmayacak mı ve ben de yine onun hasretiyle yanmayacak mıyım? Ben onu bir kere görseydim, hasretine bir daha dayanamazdım. Onun için böyle yaptım) der.

Seyyid Emir Külal hazretleri buyurdu ki:
(Allahü teâlâdan üç sınıf kimseyi affetmesini istedim: Beni, talebelerimi ve beni sevenleri affetmesini istedim. Bu üç isteğimin kabul olduğu müjdesi verildi.)

Tertipli ve temiz olmalıyız. Mübarek zatların mühim iki özelliği vardı: Biri tertip, ikincisi temizlik. Onların her işleri düzenli, tertipli olurdu. Onlara benzemeye çalışmalıyız. Evimiz, işyerimiz pis, tozlu olmamalı. Tozlu yere şeytanlar toplanır, temiz yere melekler toplanır. Tabiinden gençler, Eshab-ı kirama, (Efendim, sizin ne hususiyetiniz vardı da, Allahü teâlâ sizi böyle yüce bir Peygambere Eshab yaptı, Onun sohbetine kavuşturdu?) diye sordular. Eshab-ı kiram, (Biz temiziz, temizliği severiz) buyurdular. Temizlik imandandır. Allahü teâlâ temizleri sever. Kalbi temiz olmak ise, ayrı bir nimettir.

www.ailevekadin.com