Kâr ne zaman?
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Hazret-i Ömer, Musul’a bir vali tayin eder. Bir süre sonra, (Musul’daki bütün fakirlerin listesini bana gönder!) diye haber gönderir. Vali de, en başa kendi ismini yazıp listeyi gönderir. Hazret-i Ömer şaşırır. İki kişi görevlendirip, (Hele bir gidin bakalım, benim valimin yaşama şekli nasıl?) der. İki kişi geri gelip, (Musul’u gezdik, dolaştık. Validen daha fakir kimseyi bulamadık. Ekmeği suya batırıp yiyor, katık yok) derler. Hazret-i Ömer memnun olur, bütün fakir fukarayı doyurur, bin altın da bu valiye gönderir.

Vali, altınları hanımının önüne döküp der ki:
— Hanım, hazret-i Ömer bunları gönderdi, ne yapacaksan yap!
— Yaşadık; al şu on taneyi, hemen pazardan şunları şunları al, gel!

— Tamam da, kalan ne olacak?
— Saklarız, lazım oldukça kullanırız.

— Öyle yaparsak bu altınlar sonunda biter.
— Peki nasıl yapalım?

— İzin ver, bir iş ortağı bulayım, parayı işletsin. Hem altınlar kalır, hem kâr getirir.

Hanımı kabul eder. Vali keseyi alıp gider. On altınla hanımın istediklerini alıp, kalan altınları, ne kadar fakir fukara varsa, hepsine dağıtır. Eve gelince hanımı der ki:
— Ne yaptın?
— Tamam, ortağı buldum. Altınları ortağa verdim, kâr gelecek.

— Çok iyi. Kâr ne zaman?
— Ayın başında.

Ayın başı gelince, hanım der ki:
— Kâr nerede?
— Daha ölmedik, ölseydik Cenâb-ı Hak verecekti. Ben bütün altınları fakir fukaraya dağıttım; çünkü Rabbimden daha iyi ortak bulamadım. Hepsi beni kandırıyordu; ama Rabbim kandırmaz. Bire yedi yüz verir, yedi bin verir; ama tam verir.

Sen misin bunu söyleyen, epey kavga gürültüden sonra kadın, (Bugüne kadar çektiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de altınları fakirlere vermişsin. Biraz yüzümüz gülecekti, yine fakir kaldık) diye valiyi kovar evinden. Vali ne yapsın, yatmak için bir arkadaşının evine gider. Birkaç gün geçtikten sonra, hanımlar valinin ailesine gelip, (Yanlış yaptın, koskoca vali başkasının evinde yatıyor. Adamcağız kendi evinden de oldu) derler. Kadını yumuşatmak için, barışmaları için, her yolu denerler. Sonunda barışırlar. Vali eve gelir. Hanımı der ki:
— Halife bir daha gönderirse ne yaparsın?
— Aynısını yaparım. Eğer benim gördüklerimi görseydin, benden önce dağıtırdın.

— Ne görüyorsun?
— Sevindirdiğim her bir fakir için, Allahü teâlâ gökten bir nur indiriyor, o nur güneşi karartıyor. O nurları gördükten sonra, mümkün olsa, daha fazlasını veririm.


Paranın gelip gittiği yer

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Helal para helal, haram para haram yere gider. Bunlar birbirlerine gitmez. Bir talebe hocasına gelir, (Hocam biraz param var, hayır hasenat yapmak istiyorum, kime vereyim?) diye sorar. Hocası da, (Git köşe başına, ilk gelen fakire ver) der. Talebe peki diyerek, köşe başına gider. Çok fakir, iki gözü âmâ biri gelince, tam adamını buldum diyerek paralarını ona verir.

Ertesi gün tekrar oradan geçerken, âmânın arkadaşına bir şeyler anlattığını görünce, bu ne diyor diye merak edip, yanına gelir. Âmânın, (Dün, bu saatlerde, burada dururken, bir adam geldi, bana bir avuç para verdi. Aldığım gibi, doğru meyhaneye gittim, akşama kadar içtim) dediğini duyar. Bunun üzerine, benim param meyhaneye gitmiş diye üzülür. Doğru hocasına gider:
— Hocam ben perişan oldum. Dediğinizi yaptım, köşe başına gittim, iki gözü âmâ, fakir bir adama paralarımı verdim. Ertesi gün geçerken, dinledim ki, aldığı paraları gidip meyhanede bitirmiş.
— Bunda bir hikmet var. Al şunu, bu da benim param, aynı köşeye git, bir fakire ver!

Talebe, yine peki diyerek, köşe başına gider. Bekler, çok fakir bir adam görünce, Allah rızası için, al şunu der, parayı ona verir; ama içinden, (Takip edeceğim, hangi meyhaneye gidecek bakalım) der. O önden, bu da gizlice peşinden gider. Adam bir eve yaklaşınca, koynundan ölmüş bir keklik çıkarıp çöplüğe atar ve eve girer. Bu da arkasından girip der ki:
— Arkadaş, bir şey soracağım.
— Allah Allah, sen az önce bana para veren kimse değil misin?

Evet benim. Nedir bu çöplüğe attığın keklik, sonra niye eve geldin, paraları nerede harcadın?
— Para burada. Kekliğe gelince, biz 3–4 gündür açız. Hanımla ben sabrediyoruz; ama çocukların feryadına dayanamadık. Ben de dilenmekten nefret ediyorum. Onun için, ölmüş bir keklik eti buldum, zaruret dedim, bari çocuklar yesinler dedim, onu getirdim, onu pişirip onlara verecektim; ama sen parayı verince, Cenâb-ı Allah helal para gönderdi diye onu çöplüğe attım. Hem ailemi sevindirmek, hem de, evin ihtiyacı nedir diye sorup önce onları satın almak için buraya geldim.

Bunları duyunca, doğru hocasına gider. Hocası, (Para nereye gitti?) diye sorunca, olanları anlatır.

Bunun üzerine hocası der ki:
İmam-ı a’zam hazretlerinin bir sözü var. Paranın gittiği yerden, geldiği yer belli olur. Benim helal paranın nereye gittiğini gördün. Senin kazancın bozuktu, bozuk yere gitti. Kabahat kimin?

www.ailevekadin.com