Sevgide, inançta mesafe yoktur
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, mümin kulunun işinde, sonunun hayır olmasını murad ettiği zaman, ona biraz acı ve sıkıntı tattırır.

Hastalık da, fakirlik de, zenginlik de, makam da, şöhret de geçer; ama zalimin zulmü mazlumun boynunda hesap yerine gelir ve zalimden hakkını alır.

Gök her yerde mavidir. Nereye giderseniz gidin sevgi muhabbet dairesinden çıkmadıkça hep aynı yerdeyiz. Aşkta, sevgide, güvende, inançta mesafe yoktur! Konuşuyoruz, dinliyoruz. Bizim bu konuşmamızı bir şeyin nakletmesi lazım. İşte Allahü teâlâ, bunun için havayı yarattı. Boşluk olsa hava olmasa duyamayız; çünkü nakledecek bir şey yok.


İkinci bir örnek:
Bunun gibi, telefon var, televizyon var, radyo var, bunun da bir şeyle nakledilmesi lazım, nakledilmezse ulaşmaz. İşte elektromanyetik dalgalar taşıyıcıdır, alır taşır. Elektromanyetik dalgalar yok olmaz. Yani bir gün teknoloji çıksa cenâb-ı Peygamberin sesini duyarız. Çünkü yok olmuyor ki, elektromanyetik dalga uçuyor, her tarafa uçuyor.


Üçüncü bir örnek:
Büyüklerin ruhlarıyla irtibat kurmak, onların sevgisine kavuşmaktır. Onlardan feyz almak için de bir aracı lazım. Nasıl hava [elektromanyetik dalga] var, orada ise muhabbet esastır, sevgi varsa ismini söylemek yeter. Anında, mübarek ruhu oradadır.

Büyüklerin ruhlarından istifade etmenin tek şartı vardır. İnanmak. Neye inanmak? Bunun bir Allah adamı olduğuna inanmak. İnandığınız anda muhabbet [sevgi] teşekkül eder, sevgi teşekkül ettiği anda da, irtibat başlar. Dünyada ve ahirette mesut olmanın ana temeli inanmaktır, güvenmektir. Bir erkek hanımına güvenmiyorsa, bir kadın kocasına güvenmiyorsa o evde saadet olmaz! Her şey dönüp dolaşıp güvenmeye geliyor. Çünkü güven olacak ki temeli sağlam olsun, temeli sağlam olduktan sonra üstündeki katları istediğin kadar çık. Güven sarsıldı mı, bitti o iş. Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan, yani güvenilen insandır. Böyle olmazsa olmaz zaten, çünkü Müslümanın tarifine dokunur.

İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kitabından kime verirsek, onu kulağından tutup Cennete götürmüş oluruz.



Öğrenmek ve kalbe nakşetmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri, (Senelerce imanı anlattık, anlayan üçü beşi geçmedi) buyurmuşlar.
İman ve İslam kitabı bir saatte öğrenilebilecek bir kitap. Bu büyük zatlar neyi anlatmak istedi? Böyle söylemelerindeki maksat neydi?

İmanı anlamaktan maksat, imanı içine, iliklerine sindirmektir. Öğrenmek başka şeydir, kalbe nakşetmek başka şeydir. Onu kalbe nakşetmek, çivilemek zordur. Mesela, kul hakkını öğrenmek başka şey, bunu kalbe nakşetmek başka şeydir. Kalbine nakşeden, ayaklarını uzatıp uyuyamaz. Acaba üzerimde ne kadar kul hakkı var diye uykuları kaçar. Çünkü bir müminin bir kuruş kul borcu olsa, onu ödemedikçe, bütün Peygamberlerin ibadetlerini yapsa Cennete giremez.

Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin bir alameti vardır. Eğer, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, Allahü teâlânın veli bir kulunu seviyorsa, yemin etsin ki Allah beni seviyor. Yeter ki Allahü teâlâ, sevgiyi nasip etsin.

Bu sevginin ölçüsü, tarifi nedir? Sevmek itaat etmektir. Bir kişi sevdiğini söylediğine ne kadar itaat ediyorsa o kadar seviyordur. Yani ne kadar itaat varsa, o kadar sevgi vardır. Seviyorum diyerek itaatten uzak olanların sevgisi sahtedir, yalandır. Sevmek aynı zamanda istifade etmektir ki, istifade etmek için yanı başında bulunmak da şart değil. Uzakta da olunsa, itaatin oranında istifade edilir.

Kalıcı olan Allah ve Peygamber sevgisi, ancak Allah adamlarını tanımak ve sevmekle olur. Başka türlü mümkün değildir. Çocuklarımıza İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin sevgisini iyice aşılamalıyız. Bunu başarırsak, onlar; karada, havada ve denizde her yerde namazlarını kılıp, aksatmazlar, ilk akıllarına gelen, namaz olur.

Hastalık aslında iyi bir şeydir; çünkü insanın gözünün önünden teneşir tahtası gitmiyor, sonra helalleşiyor. Film seyreder gibi olayları seyrediyor, bunlarla alakam yok diyor. İnsanın hevesi, her şeyi, törpüleniyor. Bütün azgınlıkları gidiyor. Onun için, hastalıkta şifa vardır. Bedene gelen her türlü sıkıntı ve rahatsızlık, ruha ve kalbe şifadır. Kalb şifa buldu mu, kurtulmuş demektir; çünkü kalbin tedavisi zordur. Bu yürek değil ki, yani et parçası değil ki, değiştirelim, keselim. Kalbin şifası zor; çünkü kalbin şifası, ilacı bu dünyada verilmezse, Allah korusun, ahirette şifaya kavuşması çok zordur. O ancak, ateşle temizlenir. Allahü teâlâ o kulunu ateşte yakmamak için, bedenine rahatsızlıklar veriyor. O rahatsızlıklar sebebiyle, o da tevbe istiğfar ediyor.

Buna rağmen, cenâb-ı Peygamber,
(Allahümme innî es’elükessıhhate vel âfiyete) buyuruyor. Yani
(Yâ Rabbi, bana sıhhat afiyet ver) diye dua ediyor.

Demek ki, Allahü teâlâdan sıhhat, afiyet isteyeceğiz. Sıkıntı gelince de, O gönderdi diye sabredeceğiz, hatta iyiliğimize olduğu için şükredeceğiz.



Satılmayan ve miras kalmayan şey

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Allahü teâlâ bir kuluna iman verdiyse, ona ne vermedi, iman vermediyse ona ne verdi? Müslüman, bayram etmesin de ne yapsın? Gülüp oynamasın da, ne yapsın? Çünkü iman, çarşıda satılmaz, miras kalmaz, içinde cevheri olmayandan başkasına nasip olmaz.


İyiliğe elverişli olmayan kimse,

Müslüman olamaz Peygamberi de görse.

Hatta Peygamber evladı olsa da Müslüman olamaz. Cenab-ı Hak seçiyor. Buna verdim diyor. Seni dost edindim diyor.

Sakın ola, bir Müslümana, “Sen benim düşmanımsın” demeyelim! Sakın bir Müslümana kin gütmeyelim, haset etmeyelim! Kim o? Allahü teâlânın sevgili kulu, yani evliyası. Kelime-i şehadet getiren herkes evliyadır. Allahü teâlâ dostum diyor, biz, sen düşmansın diyoruz, haset ediyoruz, kin güdüyoruz, olur mu öyle şey?

Dini korumak, avuçta ateş tutmak gibi zordur. Bunun da tek bir yolu vardır. O da, yalnız olmamakla, kendi kendine konuşmamakla, kendine tâbi olmamakladır. Çünkü kendi demek, nefsi demektir. Nefs de Allah’ın düşmanıdır.


Sabır ve merhamet
Bir gün cenâb-ı Peygamber, bir müşriki karşısına almış, ona İslamiyet’i anlatıyordu. Her anlatışta o müşrik, Resulullah efendimizle alay ediyor, inkâr ediyordu. Bu, bir müddet devam etti. Hazret-i Ömer, dayanamayıp, kılıcını alıp geldi:
— Yâ Resulallah, dayanamıyorum, izin ver, dedi.

— Hayır, yâ Ömer, git yerine otur!

Hazret-i Ömer gitti, yerine oturdu. Resulullah yine nasihat etmeye devam etti, müşrik yine inkâr etti, alay etti. Bu durum epey bir müddet sürdü. En sonunda o müşrik tamam yâ Resulallah diyerek Müslüman oldu. Peygamber efendimiz Hazret-i Ömer’e buyurdu ki:

— Eğer sana peki deseydim, bu kişi müşrik olarak Cehenneme giderdi. Ben bu dini iki şeyle yaydım: Sabır ve merhamet.

Resulullah efendimiz, öyle bir Peygamber ki, Onu tasdik eden, 124 binden fazla Peygamberi tasdik ediyor. Kur’an-ı kerim, öyle bir kitap ki, Onu tasdik eden, diğer bütün kitapları tasdik ediyor. İslamiyet, öyle bir din ki, emir ve yasaklarıyla, önceki bütün hak dinlerin hükümlerini kendisinde toplamış ve bütün dinleri yürürlükten kaldırmıştır.

Elma ağacı bir çekirdekten oluşur. İslamiyet de bir çekirdektir; fakat her şey içindedir.

Âdem aleyhisselam 300 sene tevbe etti, kabul olmadı.
(Ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet) diye dua edince, Allahü teâlâ onu affetti.

www.ailevekadin.com